Allah’ın da bir hesabı var
25 yıl önce umreye gittim. Hava o kadar sıcaktı ki, öğle saatlerinde Kabe-i Muazzama’nın etrafında 2 tavaf safı ancak oluyordu. Kabe’ye dokunarak, doya doya tavaf yapıyor, yorulunca Osmanlı revaklarının gölgesinde dinleniyor, Zemzem’le serinliyor, dünyanın dört bir yanından gelmiş Müslümanları seyrediyordum. O sıcağa ve avludaki o sükunete rağmen Hacerü’l-Esved’in başında kalabalık, kaos ve izdiham hiç azalmıyordu. Çok arzu etmeme rağmen o itiş-kakışa giremiyor, o mübarek taşa dokunamıyor, sadece uzaktan izliyor ve “Bu Müslümanlar neden böyle? Neden birbirlerini eziyorlar? Şurada bir sıra olsa da herkes dokunsa taşa” diye hayıflanıyordum.
Muhtemelen Batı’dan gelmiş bir mü’min çabalayarak nihayet düzen kurdu, bir sıra oluştu. Yerimden fırlayıp sıraya geçtim. Adım adım Hacerü’l-Esved’e yaklaşıyordum. Nihayet dokunacaktım. Ancak sıra tam bana yaklaşınca düzen yeniden bozuldu, yeniden kaos, izdiham oluştu.
Batı ile Doğu arasındaki en temel farklardan biri bu olsa gerek: Batılılar işlerini “şansa” bırakmıyorlar. Her şeyi ince ince tasarlıyor, planlıyor, her ihtimali düşünüyor ve işlerini öyle görüyorlar.
Birinci Dünya Savaşı sonrasında Osmanlı bakiyesi topraklar, evet, cetvelle çizilmiş gibidir. Sanılmasın ki, İngiltere’nin Savaş Bakanı Churchill bir elinde viski ve puro, diğerinde cetvel, bir gece masa başına geçip “Şuraya Irak diyelim,........
© Yeni Şafak
