menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Sorunun adını doğru koymak

33 1
15.08.2025
Türkiye'de yıllardır belli çevreler tarafından ısrarla "Kürt sorunu" ifadesi dillendiriliyor. İlk bakışta masum görünen bu tanım, aslında derin bir stratejik tuzağı barındırıyor. Çünkü bu ifade, uluslararası hukukta "ayrı bir ulus" algısını besliyor ve self-determinasyon (ayrılma) hakkına dayanak yapılabilecek bir söylem üretiyor. Bu, farkında olmadan üniter devlet yapısının altına konulmuş bir dinamit etkisi yaratıyor.

Tarihe baktığımızda, Osmanlı'dan Cumhuriyet'e geçiş sürecinde Kürtler, Türklerle birlikte bu ülkenin kurucu unsurları arasında yer aldı. 1920'lerin TBMM zabıtlarında, doğudaki vilayetlerden gelen Kürt kökenli milletvekillerinin, "Biz Türk'üz, Müslümanız" vurgusu yaptığı açıkça görülür. O dönemde ne "Kürt sorunu" diye bir kavram vardı, ne de etnik temelli ayrışma. Sorun, etnik kimlikten değil, eşit vatandaşlık içinde geri kalmış bölgelerin kalkınmasından kaynaklanıyordu.

Bu kavram literatüre özellikle 1980 sonrası PKK terörü ile girdi. Bölücü hareket, silah zoruyla, uluslararası kamuoyunda Türkiye'yi "azınlıklarına baskı yapan devlet" gibi göstermek istedi. Bu süreçte Batı medyası ve bazı akademik çevreler, bilinçli olarak "Kürt sorunu" ifadesini yaygınlaştırdı. Halbuki sorun; terör, dış destekli ayrılıkçılık, bölgesel kalkınma farkı, eğitim ve istihdam yetersizliğiydi. Bunların hiçbiri etnik temelli çözüm gerektirmez; güvenlik,........

© Yeni Mesaj