Makedonyada Türk izleri; Üsküp'te ezan sesleri
Üsküp'e vardığımızda, ilk duyduğum minarelerden yükselen ezan sesleriydi. Üsküp'e girmeden önce içimde düşünceler cirit atıyordu: "Geçmişten bugüne kent hafızasında neleri barındırıyor? Türk-İslam medeniyeti ne kadar yaşanıyor?" Bu düşünceler, Üsküp semalarında yankılanan öğle ezanıyla dağıldı. Birbiri ardına bülbül sesli müezzinlerin yanık sesleri beni kendime getirdi.
Balkan coğrafyası, yüzyıllar boyunca dillerin, dinlerin ve medeniyetlerin kesiştiği bir kavşak oldu. Bu topraklarda kurulan düzenlerin hepsi, geride taşta ve kelimede iz bıraktı. Osmanlı'nın beş asrı aşan hâkimiyeti köprüler, camiler, hanlar, mektepler ve çarşılarla yalnız mimariyi değil, gündelik hayatın ritmini de şekillendirdi. Sonrasındaysa 19. yüzyılın sonundan itibaren kopuşlar peş peşe geldi: 93 Harbi'nin açtığı yaralar, Balkan Savaşları'nın hızlandırdığı göçler ve yeniden kurulan ulus-devletlerin sert rüzgârı… Bu coğrafyada yürürken hem geçmişin sesini duyuyorum hem bugünün hafif huzursuz titreşimini. Bir taş kemerin gölgesi, bir çarşıdaki ahşap kepenk, bir tekkenin kapısı: Hepsi bana hem "burada idik" diyor, hem de "artık başka bir yerdeyiz".
Osmanlı'nın medeniyet tasavvuru, yerleştirdiği kurumlarla hissediliyor. Köprüler insanı ve pazarı birbirine bağlıyor. Camiler yalnız ibadetin değil mahallenin merkezi, hanlar ticaretin, mektepler ilmin omurgasıdır. Farklı topluluklar, asırlar boyunca iç içe geçmiş bir sosyal örgü kurdular; dil ve din, komşuluk ve zanaatla yan yana aktı.
93 Harbi sonrasında Müslüman toplulukların yaşadığı zulümler, sürgünler ve büyük göç dalgaları hafızaya derin bir iz bıraktı. Hristiyan mezhepleri arasındaki gerilimler, özellikle Ortodoks çevrelerde yükselen milliyetçilik, bölgeyi yeni bir siyasî iklime taşıdı. Balkan Savaşları ve ardından gelen yeni devlet düzenleri, "ortak hayat"ın dilini yavaş yavaş başka lehçelere çevirdi.
Üsküp'ün Eski çarşısında esnafla sohbetlerimiz oldu. Türkçe ile rahatlıkla Balkan gezinizi ikame edebilirsiniz. Ayrıca konuştuğumuz her kişinin mutlaka Anadolu ile bağlantısı var. Daha çok 93 harbinden sonra Anadolu'ya göç etmiş akrabaları vasıtasıyla irtibatları devam ediyor. Kuzey Makedonya gezimizde 5 şehrini ziyaret etme fırsatımız oldu. Her bir şehirde gördüklerimiz ve yaşadıklarımız bizdeki hasret duygularımızı depreştirdi. Peşinen ifade edelim ki, Yahya Kemal Beyatlı'nın "Balkanlarda Sonbahar" şiiri duygularımıza tercüman oldu.
"Artık ne gonca var ne de lâle,
Balkan ufkunda bir hazin mâtem..."
Üsküp
Osmanlı'nın "İstanbul'dan önce fethettiği" şehir olarak anlatılagelen Üsküp'te ilk durağımız Taş Köprü oldu. Vardar'ın iki yakasını birbirine bağlayan bu kemer, yalnızca kıyıları değil, zamanları da birbirine yaklaştırıyor. . II. Murad zamanında yapılan bu kemer hala hayati bir fonksiyon görüyor. Köprü üzerine yapılmış olan mihrap dikkatimi çekti. Kervanlar burada namaz kılacakları zaman kıbleyi bulmakta kolaylık olsun diye inşa ettirilmiş. Eski Çarşıda ahşap kapıların gıcırtısı, bakırcıların tıkırtısı, kahvenin kokusu… Cami, han ve medrese silsilesi, bir medeniyet tasavvurunun mütevazı halini fısıldıyor.
Vardar nehrinin bir yakasında Müslümanlar diğer yakasında ise Hristiyanlar ikamet ediyorlar. Belediye ve şehircilik hizmetlerinin Müslüman tarafta ihmal edilmiş olması geçmişle olan köprülerin daha sağlam kalmasına da yaramış. Ezan okunmaya başladığında kendinizi bir Anadolu kentinde hissediyorsunuz. Yanık sesli müezzinlerin okudukları ezanlar adeta gönülleri dağlıyor. Vardar nehri ve ovası ile ilgili gönülleri harekete geçiren türküleri de burada mırıldanmadık diyemem.
Üsküp / Adeta canlı bir müze
Üsküp'ün eski çarşısında, tarih yalnızca yapılarda değil, yön tabelalarında bile okunuyor. Bu karede görülen levhalar, İsa Bey Camii'nden Sultan Murad Camii'ne, Saat Kulesi'nden türbelere uzanan bir Osmanlı hattını gösteriyor. Her biri taş, kubbe ve minarelerle örülü bir geçmişe işaret ediyor. Makedonca, Arnavutça ve İngilizce yazılmış isimler, bir zamanlar tek idare altında birleşmiş halkların bugün farklı dillerde aynı mirası paylaştığını hatırlatıyor.
Tabelaların ardında yükselen minare, Üsküp siluetinin değişmeyen sesi gibi. Bu şehirde yürürken, bir yanda Osmanlı'nın mimari zarafetiyle örülmüş sokaklar, diğer yanda sosyalist dönemin katı çizgileri arasında geziniyorsunuz. Ama sonunda yön hep aynı yere çıkıyor: camilere, türbelere, hanlara- yani Üsküp'ün hafızasına. Bu manzara, geçmişle bugünün birbirine karıştığı bir kavşak gibi; her ok işareti, aslında tarihin farklı bir sayfasını gösteriyor.
Makedonya Müzesinde gezinirken 93 Harbi'nden Balkan Savaşları'na, I. Dünya Savaşı'na uzanan belgeler arasında durup düşünüyorum. Osmanlı'nın adalet ve medeniyet anlayışının izleri kısmen görünür; fakat anlatı, çoğu zaman ideolojik bir kurgunun seçici ışığında. Sergilenen göç hikâyeleri Müslümanların mağduriyetini dolaylı bir dille geçerken, "resmî tarih" ile "gerçek hafıza" arasındaki mesafe kendini ele veriyor.
Anadolu ile o kadar bütünleşik ki, dükkanların isimleri de Anadolu'dan seçilmiş. Alışveriş mekânları daha çok camilerin etrafına kümelenmiş durumda- adeta sırtlarını camilere dayamışlar.
Balkanlarda her kahvaltımızın vazgeçilmezi burek idi. Peynirli, patatesli, kıymalı, ıspanaklı… Her çeşidini denedik.
Tatlı kültürü de Anadolu'daki gibiydi; bir farkla, burada baklava tane ile satılıyor. Her tabakta biraz tarih, biraz göç, biraz da misafirperverlik vardı.
Üsküp'teki fasulyenin dumanı, Ohri'deki balığın hafifliği, Kalkandelen'deki etin kokusu - hepsi bir araya gelince insanın damağında sadece lezzet değil, coğrafyanın ruhu kalıyor.
Kalkandelen (Tetova)
Alaca Camii, renklerin ve desenlerin dualaşan dili gibi. İç içe geçen motifler, bir tek yapının kaç sanatçının emeğiyle adeta "nakış"a dönüştüğünü anlatıyor. Bektaşi tekkeleri, bu şehrin ruhuna karışmış bir eşik. Kent kültürü tekke eşiğinde tarih ve musikî ile kurulmuş. Türkçe giderek azalsa da sokakta bir selâmın karşılığını ana dilinde almak, hatıraların hâlâ yaşadığına dair bir işaret.
Kalkandelen /Harabati Baba Bektaşi Tekkesi
........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Mort Laitner
Stefano Lusa
Mark Travers Ph.d
Andrew Silow-Carroll
Ellen Ginsberg Simon
Robert Sarner