Aynı masada, farklı dillerde konuşmak: Türkiye ve AB arasındaki sessiz uçurum
Aslında bu tablo yeni değil. Her yıl neredeyse aynı filmi izliyoruz:
Bir taraf "demokrasi, hukuk, ifade özgürlüğü" diyor, diğer taraf "önyargı, çifte standart, saygısızlık" diyor.
Ama dikkat ederseniz, kimse kimseyi gerçekten duymuyor.
Bu artık bir diplomatik çekişmeden çok, aynı masada oturup farklı dillerde konuşmanın hikayesine dönüştü.
Aynı masada, ama aynı gerçeklikte değil
Avrupa Birliği, Türkiye'yi değerlendirirken kendi standartlarına göre konuşuyor.
O standartlar, kendi tarihi deneyimlerinden süzülmüş değerler: Kuvvetler ayrılığı, bireysel özgürlükler, azınlık hakları, basın özgürlüğü…
Türkiye ise bu ölçütlere genelde "bizim şartlarımız farklı" cevabını veriyor.
Bir bakıma haksız da değil; çünkü Türkiye'nin coğrafyası, güvenlik sorunları, demografisi ve siyasi tarihi Avrupa'nın hiçbir ülkesine benzemez.
Ama sorun şurada: Taraflar bu farklılığı konuşarak dengelemiyor, birbirine "sen yanlışsın" demekle yetiniyor.
Oysa sağlıklı bir ilişki, "kim haklı" dan çok "nasıl anlaşıyoruz" sorusuna yanıt arar.
İşte Türkiye-AB ilişkilerinde eksik olan tam da bu ortak dil.
AB'nin dili: Kural ve sistem
AB, kurallarla konuşur.
Bir ülkeyi değerlendirirken yasaların metinlerine, kurumların işleyişine, insan hakları raporlarına bakar.
Ona göre demokrasi, prosedürlerin kusursuz işlemesiyle mümkündür.
Yani mesele sadece seçim yapmak değil, seçilenlerin hukukla sınırlı olmasıdır.
Brüksel'deki bürokrat için demokrasi, bir sistem meselesidir.
Ama Türkiye açısından mesele çoğu........





















Toi Staff
Gideon Levy
Sabine Sterk
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
John Nosta
Ellen Ginsberg Simon
Gilles Touboul
Mark Travers Ph.d
Daniel Orenstein