menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Saatçi Salih arkadaşımız ve Zehra genablanın ardından…”

8 0
22.09.2025

Ulus IRKAD

(Değerli araştırmacı-yazar Ulus Irkad, Saatçi Salih ve Zehra Hanım’ın vefatı ardından, merhamet ve sevgi dolu, vefalı yazılar yazdı… Yazılarını, teşekkürlerimizle paylaşıyoruz… S.U.)

SAATÇİ SALİH ARKADAŞIMIZA

Gerek Güney Kıbrıs’ta gerekse Kuzey Kıbrıs’ta tanıdığım tüm iyi, dürüst ve temiz insanlar beyaz atlarına binerek bizleri terketti ve terkediyorlar. Acaba diyorum bu Victor Frankle’ın da koyduğu umutsuzluğun bizi toplumca veya bu ülkede yaşayanlar olarak terketmesinden sonra, farkındalığı, sezgisi, yokolma ve umutsuzluk sendromlarının bir nevi topluma tezahürü mü? Toplum ne zaman umudunu yitirir veya yitirdi? Çok büyük bir darbe yer ve tüm umutları ortadan kalkar ve bu ölümle sonuçlanır. Umudun yitirilmesini öyle boşuna atmayın. Bir kere toplum dinamikleri şaha kalkmıştır, “Artık umutlarımızı hayallerimizi gerçekleştireceğiz” demektedir. Öncü olarak birilerini görmüştür ve büyük bir değişim olacak, hayallerinde gördüğü, örneğin barışı, huzuru görecek, çocukları artık bir telaş üzüntü görmeyecektir. Toplumun o değerli ve yüksek arzusu yerine gelecektir. Önde olanlar, liderlik yapanlar, toplumla birlikte mücadele etmekte ve o hayallere varılacaktır. Ama bir gün umudunu onlar sayesinde kaybederse bir toplum veya bir kişi, ne olur? Şu anda yazdıklarımla birilerini hedef almıyorum. Benim hedefimde hiçbir kimse veya örgüt yoktur ama yıllar önce Victor Frankle’ın Auschwitz’te geçirdiği deneyimlerinden yola çıkarak yazıyorum. Esirlerin hiçbir alternatifleri yoktur. Umutsuzluk had safhadadır. Kampta bulunanların tek korkusu ölmektir ama umutsuzluk had safhada olduğu için önce umutsuzlar ölmektedir. Ölüm en fazla umutsuzların kapısını çalmaktadır.

Victor Frankle, tüm ailesini, hanımını ve çocuklarını Auschwitz’te yitirir. Genç bir psikologdur. O, bir gün buradan kurtulacağının ve tekrar bilimsel araştırmalarına dönerek tez ve makalelerini yazacağının hayalindedir. Öyle de olur ve bu umut 1944 yılına kadar onu ayakta tutar. Oradan da kurtularak, umutlarını tekrar gerçekleştirmek için yeni bir dünya umuduna yelken açar ve Auschwitz’ten kurtulduktan sonra onlarca tez ve kitap yazar. Ayakta kalır ve doksanlı yaşlarda hayata veda eder.

Salih arkadaşım, umudun adamıydı. Hayallerini gerçekleştirmek istiyordu. Belki engellendi ama mücadelesini toplumuna bir umut vermek için devam ettirdi. Temizdi, mertti, dürüsttü, tertemiz bir arkadaşımızdı. Onun hayalleri, güzel bir Mağusa ve mutlu güzel bir ülkeydi. Onu engelleyemedi hiçkimse…O da tüm Kıbrıslılar gibi umudunu hep kalbinde taşıdı. Ülke insanlarına sevgisini son anına kadar yaşattı. Hiç kimseye karşı kin tutmadı. O Kıbrıslı Türkler arasında en temiz kalbe sahipti. Ama sanırım kalbi, bir yerlerde bir şeylere, bir şekilde bir yerlerde kırılmış da olabilirdi. Çünkü umudunu yitiren bir toplumun çocuğuydu.

O da umudunu kaybedenlerin erken öleceğini biliyordu. Umudunu hep ayakta tutmaya çalıştı. Mücadele etti… Kırık kalbine yenilmek istemedi. O, onu kıranlara bile temiz kalbini her zaman açtı.

Sonra bugün, onun kalbinin durduğunu ve öldüğünü duydum. Hayır, umudunu yitirmek istemiyordu. Olumsuzluklara kapalıydı. Umutluydu…Çocukları için umutluydu… Gelecek için umutluydu…

Umutsuzluğun bir toplumu öldürmediği, hep umut içinde olacağımız bir toplumun var olması için Salih arkadaşımızın dürüstlüğü ve temizliği bize örnek olsun. Topluma umutsuzluğu pay biçen ve umutsuzluktan nemalanan sahtekarlıkları yenmek için Salih arkadaşımızın gülüşü, temiz kalbi hep bize önder olsun.

Onun kalbini kıranlar varsaydı, ki olduğuna inanmak istemiyorum, onun vakitsiz ölümü ve genç bir yaşta onu kaybedişimiz hep yeni nesle umudun önemini vurgulamamız için bizlere örnek olsun.

Hoşça kal sevgili arkadaşım, velim, gönlü ve eli temiz insan, toplumumuzun güzel evladı. Sana daha ne diyebilirim ki başka…

ZEHRA GENABLA

Aileye 1980’li yılların başlarında girmiştim. Onu ve kocası Şaban Ali’yi o günlerde tanıdım. Benim hanımın dayısıydı… Şaban Ali, Hirsofu’nun en çalışkan, hayatını bahçecilikle kazanan bir emekçisiydi. Hasatını, Baf Hirsofu’da Kıbrıslı Rum arkadaşlarından “Hristo Kelle” ile birlikte toplarlardı. Zehra Genabla da ona yardımcı olurdu. Birlikte 1963-64 çarpışmalarını yaşadılar. Tüm köylüleriyle birlikte. Acı günler geçirdiler. Köylerine gelen göçmenleri korudular. O acılara rağmen Zehra Genabla insanlara sevecen davrandı, güçsüz durumda olanlara yardım etti. Evine gelen misafirlerine muhakkak ağırlamak için birşeyler buluyordu. Aynen Maraş’ta olduğu gibi herkese merhabasını ve iyi dileklerini hiç eksik etmedi. 1963 öncesi ve sonrası neyse, 1974 sonrası da hep aynıydı. Sonra onbir yıl geçti aradan ve bu defa 1974 yılında o büyük savaşı yaşadılar. Savaşın sonunda her iki toplumdan insanlar yer değiştirdiler. 1975 yılında Kuzey’e geçtiler ve Mağusa-Maraş’a yerleştirildiler. Artık yeni bir hayat başlıyordu. Önce Keriman’ı evlendirdi,........

© Yeni Düzen