“Kokularla geçmişe yolculuk: En çok da anne mutfağı kokusu…”
Deniz Kurt/T24
(T24’ten Deniz Kurt, kokuların bizi nasıl da geçmişe götürdüğünü yazıyor… Yazısını paylaşıyoruz… S.U.)
Koku, diğer duyularımızdan biraz farklı çalışır. Gözlerimizden gelen görüntü, kulaklarımızdan gelen ses önce beynin “mantık merkezlerinden” geçer, ama koku öyle değil. Burnumuzdaki koku reseptörleri sinyali doğrudan limbik sisteme yollar. Yani duyguların, hafızanın ve içgüdülerin oturduğu o eski beyin bölgesine. Bu yüzden bir kokuyu duyduğumuzda, daha “Bu ne kokusu?” diye düşünmeye fırsat bulamadan, hissetmeye başlarız. Bu yüzden bazı kokular bizi saniyeler içinde geçmişe ışınlar; annenizin parfümü, çocukken oynadığınız parkın toprak kokusu, yaz tatillerinde duyduğunuz deniz ve güneş kremi karışımı… Hepsi beyindeki o hafıza çekmecesini hiç ses çıkarmadan açar.
Koku filmi ve “mükemmel koku” arayışı
Patrick Süskind’in romanından uyarlanan film Koku: Bir Katilin Hikayesi tam da bu güce odaklanır. Ben 90’lı yıllarda kitabını da okumuş ve çok etkilenmiştim. Filmde Jean-Baptiste Grenouille, olağanüstü koku alma yeteneğiyle insanların en derin hislerini, korkularını ve arzularını “kokular” üzerinden yakalar.
Grenouille’nin “kusursuz kokuyu” yaratma takıntısı, aslında kokunun insan üzerinde ne kadar kontrol sahibi olabileceğinin uç bir örneği.
Film bize şunu hatırlatır: Koku, sadece burnumuzun algıladığı bir şey değil; kim olduğumuzu, neyi sevdiğimizi, neyden korktuğumuzu bile belirleyebilen bir kimyasal dil ve bu dil, çoğu zaman kelimelerden daha etkili konuşur.
Minicik bir koku zerresi, yirmi yıl önceki sevgilinizin size sarıldığı bir anı hatırlatacağı gibi, bir ormanda yürürken duyduğunuz ıslak yaprak kokusu, çocukken ormanda yürürken bir kez korktuysanız, aynı korkuyu yeniden yüreğinize taşıyabilir. Ancak biz daha güzel hislere odaklanalım, yani yemeklerin kokularına.
Çürük incirden babaannemin bahçesine
İlk anlatacağım koku hikayesi iştah açan, acıktıran bir koku yolculuğu değil. Tam tersi, aslında hoş olmayan bir kokunun nasıl da hoş çocukluk anılarıma beni taşıdığı.
Yıllar önce, Boğaz’da, Arnavutköy’de, bir incir ağacından düşüp ezilerek çürümüş incirlerin yerlere saçılmış olduğu sessiz bir sokaktan geçerken buldum kendimi. İlk gördüğüm şey yerlere dökülen incirler değildi. O çürük incirlerin ekşimsi kokusuydu. O kuvvetli koku beni aniden, neredeyse ışık hızıyla, babaannemin Florya’daki bahçesine ışınladı.
80’li yıllardan bahsediyorum. Babaannemin bahçesi, incir ağaçlarının büyük yaprakları yüzünden her zaman gölge altında, hatta hafif karanlık bir bahçeydi. Bu da orayı daha melankolik hatırlamama yol açar hep. Bir de evin karşısındaki tren istasyonu yüzünden eski bir İstanbul filmi gibi hatırlarım o evi. Çürük incir kokusu, gölgeliklerdeki sessizlikler ve arada bir o sessizliği bozan tren sesi. İşte Arnavutköy’de, sıradan bir günde sokaklarda yürürken duyduğum bu koku beni o melankolik eve götürmüştü. Hatta daha da ileri gideyim, bu koku meselesi öyle ilginç ki, bu anıyı yaşayalı da yirmi sene olmasına rağmen, Arnavutköy’deki o geçtiğim sokağı ve o anı dün gibi hatırlıyorum. Çünkü kokular sizi yalnızca eski bir âna ışınlamazlar, aynı zamanda eski âna taşıdıkları yeni ânı da hafızanıza sabitlerler. O kokuyu nerede yeniden duyduğunuzu hep hatırlarsınız.
Mahalle poğaçası ile kantin simidi
Artık modern pastanelerimiz var, kafelerimiz var, ekşi mayasından tut vegan versiyonuna dek kruvasan ve açmalarımız var. Ama hiçbiri o sıradan mahalle poğaçasının kokusunu geçemiyor! Hani hijyenik olup olmadığı bile şüpheli olan o yağlı poğaça… Bazen mahalle pastanesinin önünden geçerken bazen de okula giderken köşedeki camlı el arabasının içinde duran, o margarinle yoğrulmuş, biraz yanık kokulu peynirli poğaça… Cam vitrinin arkasında buğulanırken bile cazibesini kaybetmeyen o lezzeti üç kuruşa alırdınız, ama kokusu milyonluktu. Poğaçayı elinize alır almaz, hamurun sıcaklığı parmak uçlarınızdan midenize doğru bir “acele et” mesajı yollar, ısırıkla birlikte arkadaşınızla lak lak etmeye dalardınız. Poğaçanın tadı çoğu zaman vasattı, ama kokusu hep efsaneydi.
Sonra okula varırdınız, birinci dersin sonunda,........
© Yeni Düzen
