“Gökmen Baba’nın Zeytinleri…”
Birgül Kılıç Yıldırım
(Değerli arkadaşımız, barış aktivisti Birgül Kılıç Yıldırım, kaynatası Gökmen Bey’i kaybetmelerinin ardından ilk kez onun zeytinlerini toplamanın uyandırdığı duyguları kaleme aldı… Teşekkürlerimizle bu değerli yazıyı paylaşıyoruz. S.U.)
Bu yıl zeytin zamanı geldiğinde içimiz bir garip oldu. Gökmen Babamızın bahçesindeki üç zeytin ağacının zeytinlerini toplama vaktiydi…
Onun koca bir zeytinliği yoktu ama üç ağacı vardı — tıpkı üç torunu gibi. Hep derdi ki, “Her biri bir torunum gibi bunların, her sene biraz daha büyüyorlar.” Gerçekten de öyleydi; ağaçlar büyüdükçe, torunlarının da gözünde sevgisi büyürdü.
Geçen yıl, o üç ağacın altına kendi elleriyle sererdi örtüsünü. Dalların arasında dikkatle dolaşır, özenle toplardı her zeytini. “Zeytin nazlıdır,” derdi, “sert davranmayacaksın, okşar gibi alacaksın dalından.”
Topladıklarını bazen yağ değirmenine götürür, bir kısmını yağlık yapardı. Kalanını da “çakisdez” olarak bize verirdi.
Bilirsiniz, biz Kıbrıslılar sabah kahvaltısında gabıra ile çakisdezi yemeye bayılırız. Hele Gökmen Baba’nın zeytinleri olursa, o kahvaltının tadı bir başka olurdu.
Ama bu sene o yoktu. Onu cennete yolcu ettik.
Bahçedeki o üç ağacın dallarına baktığımızda, hepsi sanki sessizce bizi izliyordu. Her birinin gölgesinde bir anısı, bir sözü, bir gülüşü kalmış gibiydi.
Ne çok emek verirmiş meğer bu ağaçlara. Şimdi, onun yerine biz toplarken anladık o emeğin kıymetini.
Her zeytin tanesini sepetin içine bırakırken, içimizde bir hüzün… Sanki her an kapıdan çıkacak da, “yavaş olun, ezmeyin ha, onlar benim emeklerimdir” diyecekmiş gibi bekledik.
O yoktu ama varlığı her dalda hissediliyordu.
Zeytin toplarken öğrendim bunu.
Her dal bir hayat, her zeytin bir hatıra.
Gökmen Baba’nın yokluğu acıtıyor, ama aynı zamanda bir huzur da bırakıyor içimize. Çünkü onun sevgisi hâlâ burada, bu üç ağacın gövdesinde, her sabah soframıza düşen o tuzlu, yağlı zeytinlerde yaşıyor.
Zeytin toplamak bu sene sadece bir iş değil, bir vedaydı bizim için.
Gökmen Baba’nın sevgisi, sabrı, emeği o üç ağacın her dalında yaşıyor.
Şimdi her sabah sofrada o çakisdez zeytinlerden bir tane ağzıma attığımda, içimden bir dua geçiyor:
“Rahat uyu Gökmen Baba. Üç ağacın da, üç torunun da, evlatlarin da seni hiç unutmayacak.”
“Bir mahalle ötede, bir kilo badem…”
Araz Kocayan/AGOS
Kamusal alanların eksikliği nedeniyle, çocukluğumun mahalleyle (Bourj Hammoud'un Arakadz mahallesi) kurduğu ilişki küçük ve kısıtlı anlardan örülmüştü: komşularla selamlaşmalar, balkondan balkona yüksek sesle yapılan muhabbetler, sokakta bir hareketlilik olduğunda merakla aşağıyı gözetleyen gözler ve esnaflarla aramızda dönen küçük şakalarla dedikodular.… Hayat, pencerelerden ve kapı eşiklerinden izlenirdi. Mahalle, ancak bir mahalle aşağıdaki Nor Maraş’a gitmek için o kalabalık caddeden geçmem gerektiğinde, kendini ağırlığıyla hissettiren, canlı bir mekâna dönüşürdü. Bu geçiş dikkatli ve kaygılı bir yürüyüşü gerektirirdi, çünkü ne trafik ışıkları ne de polis vardı; arabalar yayalara pek aldırmadan hızla geçerdi. İşte bu yüzden ailem, o caddeden tek başıma geçmemi kesinlikle yasaklamıştı.
Bir yaz öğleden sonrasıydı, babam benden “bir kilo badem” (Ermenice nuş) getirmemi istedi. Önce mahalledeki bakkallara bakacaktım, eğer bulamazsam Nor Maraş’a geçmeme izin vardı. Dileğim nihayet gerçekleşmişti. O gün, dokuz yaşındaki hâlimle normalde geçmem yasak olan o caddeyi geçme fırsatını yakaladım. İlk bakkala hevesle girdim. İçeride kimsenin Ermenice konuşmadığını fark edince, sadece “Baddi kilo noush” dedim (Arapça bir cümlede nuş kelimesini kullanarak). Nuş’un Arapça bir kelime olmadığının farkında değildim tabii ki. Bakkal, gülümsemesini bastırma zahmetine bile girmeden, kaldırımı neredeyse........





















Toi Staff
Gideon Levy
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein