Terzi
Onunla, annemle ilgili ilk net farkındalığım 4 yaşındayken başlar. Yıl 1968… Doğduktan sonra belleğime yüklü ilk hatıra… Yanılmıyorsam aylardan Ramazan; adanın en iyi dikiş ustalarından biri olan kadın terzisi annem Gülten Hanımın Şeker Bayramı arifesinde, bayram sabahının erken saatlerine bitirip yetiştirmesi gereken, “entariler”, “döpiyes” ve “tayyörler” var. O dönemlerde Arapça orijinli bir sözcük olan “entari” tek parça giyilen kadın giysisi, Fransızca kökenli sözcükler “döpiyes” ve “tayyör” ise ya etek-ceket, ya da pantolon-ceket yerine kullanılırdı. Tayyörü döpiyesten ayıran tek fark ceketin içinden giyilen bluzdu. Döpiyesin içinden bluz giyilmezdi. Bu nedenle ceketin önü hep ilikliydi! İlik; o kadar meşakkatli bir işti ki ilik açmak… En küçük hata bile ilikle düğme arasındaki o zarif aşkın bir anda tükenmesine bile neden olabilirdi! Tek tek ilikten çıkarılarak açılan ve ilikten geçirilerek kapanan düğmeyle ilik, ilikle düğme; hassas bir sevişme ritüeli aralarındaki! Annem, düğmeleri karşılayacak ilikleri büyük bir hassasiyetle açardı. Sonra düğmeleri dikerdi. Düğmenin kusursuz bir şekilde iliklendiği andaki gülümsemesinden algılardım annemin işlerinin yolunda gittiğini. Dikişin son aşamasında gerçekleşen bu ilik-düğme ikilisinin birbirine kenetlenmesi ve aşk: Döpiyes ya da tayyör.
Çok fazla emek gerektiren bir zanaat terzilik… Neredeyse 2000’li yıllara kadar yaklaşık 40 yıl içiçe yaşadığım çok zahmetli bir meslek… Bilişsel, duyuşsal ve psikomotor becerileri gerektiren adeta yoktan varettiğiniz bir üretim dalı!
Annem önce müşterinin giyim burdalarından seçtiği elbiseyi bire bir ölçülerinde ve bütün detaylarıyla adeta mimari bir edayla ince kağıt üzerine çizerek, ki buna “patron çıkarma” denirdi, sonra da keserek elbise modelini çıkarırdı. Patron çıkarma işlemi çok ciddi bir titizlik gerektirirdi. Annem daha sonra kumaşı yaklaşık 2.5 metre uzunluğunda ve 1 metre genişliğinde sofada koğuşlanan yemek masasının üzerine serer ve onun üzerine de ince kağıttan oluşturduğu elbise kalıbını yerleştirir, ya terzi tebeşiriyle çizip ya da kalıbın sınırlarını iğneleyip kumaşı keserdi. Sonra yüksüğünü takar tire geçirilmiş dikiş iğnesiyle (beyaz iplik) teyel (nişan) geçerdi. Modelin bütün parçaları bu yöntemle oluşturulurdu. Bu arada dikişin yanında aynı masada yemek yenilir ve ders çalışılırdı. Yani düşünün bu kadar hassas bir işin yapıldığı masa, gün içerisinde defalarca bozulur, toplanır ve yeniden yine terziliğe geçilirdi. Ne emek ama... Ne emek!
Neyse, kumaş kesildikten sonra parçalar teyelle (geniş ve eğreti dikiş) bir araya getirilir ve elbise ilk provaya hazır hale getirilirdi. Annemin duruma göre aynı günde 5 kez 5 farklı prova yaptığını bilirim. Provaların yapılacağı günlerde çok titiz olmak durumundasınız. Canınız çok çekse de mesela, soğan yiyemezsiniz o gün! Üzerinde provanın yapılacağı kişi de çok temiz ve titiz olursa amenna… Yoksa burnunuzun direğinin kırılması da cabası!
Annem, bazen bir hafta, bazen de haftalarca süren işlemlerin sonucunda gelen son prova ve ardından da ayak pedalıyla çalışan emektar “Singer” dikiş makinesinin başına oturur ve üretimin son aşamasına geçerdi. Sonrasında da ilik açma, düğme dikme ve ütü... Hiç unutmam, doksanlı yılların başlarında kız kardeşimle birlikte dikiş makineleri satışı ve tamiriyle uğraşan rahmetlik Yoldaş Erbil Refik abimizin........
© Yeni Düzen
