menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

“Mayıs Üçlemesi: Kıbrıs’ta İktidar, Hafıza ve Direniş”

9 33
06.05.2025

Türkiye'nin sembollerle şekillendirdiği bir iktidar mimarisine karşı, Kıbrıslı Türklerin seküler kimlik, toplumsal irade ve demokratik katılım temelinde verdiği sessiz ama derinlikli direnişin izleri, Mayıs ayının üç kritik gününde görünür hale geldi.

Festivalin Gölgesinde 1 Mayıs

1 Mayıs İşçi ve Emekçi Bayramı, yüzyılı aşkın bir süredir eşitlik, dayanışma ve adil bölüşüm talebinin sembolü. Ancak bugün, bu değerlerin belki de en çok aşındığı dönemde kutlanıyor. Gelir uçurumları büyürken, emeğin değeri hızla geriliyor. Bir avuç zengin daha da zenginleşirken, milyonlarca emekçi geçimini sağlayamaz hale geldi. Bu tabloya bakınca, meydanlarda atılan sloganların, protokolde yapılan konuşmaların içinin ne kadar boşaldığını görmek zor değil.

Çünkü gerçek, kürsüdeki sözlerden daha keskin:
İş güvencesi yok, sendika hakkı budanmış, gençler işsiz, çalışanlar yoksul.

Emek kutsalsa, neden bu kadar değersiz?

Lefkoşa’daki 1 Mayıs kutlaması, her yıl olduğu gibi bu yıl da ara bölgede Kuzey ve Güney Kıbrıs’tan sendikaları buluşturdu. Ortak talepler dile getirildi, sınıfsal hafıza tazelendi. Ancak bu yıl dikkat çekici bir çakışma yaşandı: Aynı gün, aynı şehirde Teknofest adlı büyük bir teknoloji festivali de düzenlendi.

Elbette teknoloji festivalleri önemlidir. Gençler üretir, yarışır, öğrenir; sanayiyle, üniversitelerle buluşur. Ülkenin teknolojik gelişimine katkı sunar. Kimse buna karşı değil. Ancak sorun, bu festivalin özellikle 1 Mayıs gününe denk getirilmesiyle ortaya çıkıyor. Çünkü burada semboller çakışıyor, hatta çatışıyor.

1 Mayıs, emeğin, üretimin, adalet arayışının günüdür. Teknofest ise “milli teknoloji hamlesi” adı altında daha çok sermaye, girişimcilik ve milliyetçi kalkınma söylemiyle öne çıkıyor. Emekle teknoloji elbette çelişmek zorunda değil. Ancak bu tür organizasyonların 1 Mayıs’a gölge düşürecek şekilde kurgulanması, bayramın ruhuna ters düşüyor.

Eğer bir ülkede emek günüyle teknoloji festivali aynı güne denk geliyor ve kamuoyunun dikkat odağı sınıf mücadelesinden değil de gösterişli maket uçaklardan yana oluyorsa, burada bir mesele vardır.

Emeği görünmez kılmak da bir politik tercihtir.

1 Mayıs’ı yaşatmak, yalnızca alanlarda olmakla değil; onu anlamak, içini boşaltan pratikleri sorgulamakla mümkündür.

Çünkü mesele yalnızca neyi kutladığımız değil, neyi unutturduğumuzdur.

Yobazlığa Geçit Yok: Bir Eylemden Fazlası

2 Mayıs günü Lefkoşa’da düzenlenen “Yobazlığa Geçit Yok” eylemi, sıradan bir protesto değildi. Bu eylem, laik yaşam tarzına yönelen sistematik müdahalelere karşı biriken tepkinin kamusal alana taşmış halidir. Cumhurbaşkanlığı Külliyesi'nin açılışından hemen önce gerçekleşmesi, tesadüf değil; bilinçli bir itirazın güçlü bir ifadesiydi.

Son yıllarda Kuzey Kıbrıs’ta dinî temalı etkinliklerin artması, imam hatip okulları ve ilahiyat kolejlerinin teşviki, toplumun önemli bir kesiminde laikliğe dair kaygıları büyüttü. Laikliği sadece bir anayasa maddesi olarak değil, yaşam biçimi olarak gören Kıbrıslı Türkler için bu gelişmeler, kültürel bir kuşatma duygusu yarattı. 2 Mayıs’ta sokağa çıkanlar, tam da bu duygunun temsilcileriydi.

Bu eylem, sadece bir eğitim politikası eleştirisi ya da bir mimari tercih karşıtlığı değildi. Aynı zamanda Türkiye’nin Kuzey Kıbrıs’a yönelik "yumuşak güç" stratejilerine karşı bir direnç biçimiydi. Açılan külliyeler, ithal eğitim modelleri, kültürel dayatmalar bir araya gelince, Kıbrıslı Türk kimliğinin tehdit altında olduğu duygusu güçlendi. Eylemin zamanlaması ve içeriği, bu ideolojik ve sembolik tahakküme açık bir yanıt oldu.

Bu noktada bir uyarı yapmak şart: Bu direnişi yalnızca sokakta toplanan “üç-beş marjinal” olarak küçümsemek, büyük bir yanılgıdır. Çünkü sokağa çıkanlar sadece kendilerini değil, konuşamayanları, korkanları, çekinenleri de temsil ediyor. Yani bu toplumun sessiz çığlığını.

Kıbrıslı Türkler, kendi geleceklerini tayin etme iradesine sahiptir. Türkiye'nin garantörlüğü altında, Kıbrıslı Türk ve Rumların siyasi eşitliğine dayalı, iki bölgeli ve iki toplumlu federal bir çözüm arayışı bu halkın temel siyasi çizgisidir. Ve bu irade, dış müdahalelerle değil, karşılıklı saygı ve eşitlik temelinde var olabilir.

Kısacası mesele sadece bir külliye değil. Mesele bir topluma, kendi kimliğini, kendi yaşam tarzını, kendi geleceğini tayin etme hakkını tanıyıp tanımamak.

Ve hatırlatmakta fayda var:
İnsan olmak… hepsi bu.

Devlet Yükselirken Emek Geri Çekiliyor

3 Mayıs 2025’te açılan KKTC Cumhurbaşkanlığı Külliyesi, sadece bir bina açılışı değildi. Lefkoşa’nın sıcağında yükselen bu görkemli........

© Yeni Düzen