Umberto Eco’nun ünlü romanı Gülün Adı: Labirentte bilgi ve iktidar
GİRİŞ
Bugün sizlerle Umberto Eco’nun ünlü romanı Gülün Adı hakkında konuşmak istiyorum. Umarım keyifle okuyacağınız bir hafta sonu yazısı olur.
Umberto Eco, Gülün Adı’nda bir ortaçağ manastırında işlenen seri cinayetleri ve bu cinayetlerin Baskerville’li William tarafından nasıl çözüldüğünü anlatır. Tabii ki Eco okuyucuyu bir polisiye muammanın sürükleyiciliğiyle manastırın soğuk taşlarına çağırırken, asıl tartışmayı başka bir yerde kurar: Bilgiye erişim, yorum tekeli ve mülkiyet düzeni üzerinden iktidarın anatomisi. Ortaçağ Avrupası’nda “kutsal bilginin” kim tarafından öğrenileceği, nasıl okunacağı ve hangi amaçla dolaşıma sokulacağı yalnızca entelektüel bir mesele değildir; doğrudan egemenliğin ve iktidarın meşrûiyetinin kaynağıdır. Roman bu yüzden, ardışık ölümlerin gizeminden çok, bilginin nasıl saklandığını ve iktidarın bu saklama tekniğinden nasıl beslendiğini anlatır. Gelin önce sahneyi kısaca hatırlayalım, sonra iktidarın ekonomi politiğine doğru labirente girelim.
ROMANIN KISA ÖZETİ
Yıl 1327… Bir Benedikten manastırına gelen bilge Fransisken rahip Baskerville’li William ve genç çırağı Melk’li Adso, kısa aralıklarla yaşanan esrarengiz ölümleri soruşturur. Manastırdaki keşiş cinayetlerinin odak noktası Kütüphanedir. Kütüphane hem o dönemdeki en büyük kütüphanedir hem de manastırın kalbini teşkil eder. Romanda anlatılan Kütüphane labirent şeklinde bir kütüphanedir: el yazmaları, kataloglarda şifrelenmiş sistemlerle ayrılmış; “yasak raflar” ve “kimsenin girmemesi gereken” bölümler vardır. Öte yandan cinayet soruşturmasının devam ettiği sürede manastırda aynı zamanda Papalık ile İmparatorluk heyetleri arasında “Hz. İsa’nın fakir olup olmadığı” hakkında bir münazara vardır. İmparatorluğun temsilcisi William’ın da mensubu olduğu Fransisken rahipleri iken, Papalığın temsilcisi de Dominiken rahipleridir. Bu münazaranın etrafında manastır dışındaki siyasi gerilim manastır içinde tarikatlar arası tartışmalara yansır. İlk bakışta “Hz. İsa’nın fakir olup olmadığı” anlamsız bir tartışma gibi görünse de, bu tartışma, Katolik Kilisesi’nin iktidarının meşruiyetinin sorgulandığı bir tartışmadır. Bu olaylar arka planının önünde ise Baskerville’li William’ın katilin peşinde iz sürüşü hep metinlerin, yorumların, katalogların çevresinde döner, çünkü cinayetin de siyasetin de merkezi Kütüphane’dir. Eco, polisiye örgüye sadık kalırken dahi okuru “kimin konuşabildiği, kimin gülebildiği, kimin okuyabildiği” sorularına götürür.
ORTAÇAĞ’DA İKTİDARIN EKONOMİ POLİTİĞİ
İncil-i Şerif’te Hz. İsa, Romalı vergi memurlarını itiraz eden Havarilerine “Sezar’ın hakkı Sezar’a, Allah’ın hakkı Allaha!” diye müdahale eder. Bu söz farklı Hristiyan mezheplerince – tabii ki ekonomi politik çerçevesinde – farklı biçimde yorumlanmıştır. Örneğin Ortodoks Kilisesi’nde Sezar’ın kılıcı da, Allah’ın kılıcı da Sezar’ın elindedir. Yani devlet dini yönlendirir ve kendi çıkarları konusunda meşruiyet üretme aygıtı olarak kullanır. Katolik Kilisesi yorumunda ise Sezar’ın – yani dünyevi siyasi otoritenin- kılıcı da, Allah’ın kılıcı da Kilise’nin elindedir. Yani gerçek iktidar Kilise’nindir. Kilise krallara ve imparatorlara taç giydirir, bu iktidarın doğal sonucu Papalık ve Katolik Kilisesi’nin servet ve mülk elde etmesidir. Sahip olduğu iktidarın meşruiyeti ise kutsal olan bilgiye sahip olmasıdır. Bu yüzden bilgi rahip sınıfının elinde bir sır gibi saklanır ve kimseyle paylaşılmaz. Bu anlamda romanda manastır bir ibadet mekânı olduğu kadar iktisadi ve siyasi bir kurumudur: Toprak gelirleri, ondalıklar,........
© Yeni Birlik
