menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Birliğin felsefesi: Plotinos, Spinoza ve İbn Arabi’de Tanrı, evren ve varlık

6 1
22.03.2025

Bu Cumartesi Ramazan’a özel üçüncü yazımı size sunuyorum. Elbette bu alışılageldik bir Ramazan yazısı değil. Geçen hafta Danimarkalı filozof ve ilâhiyatçı Soren Kerkegaard’ın İnanç Şovalyesi kavramı ile İslâm Tasavvufundaki “seyr-ü sülük / Allah’a giden içsel yolculuk” kavramı ve “fenâ fi’llah / benliğini Allah’ın varlığında yok etme” makamı arasındaki benzerlik ve farklılıkları anlatmıştım. Bu yazım, Roma Dönemi İskenderiye’si, Orta çağ İspanya’sı ve 17’inci yüzyıl Hollanda’sında yaşamış üç düşünürün Tanrı ve Varlığa yönelik bakış açılarını karşılaştırmak amacı gütmektedir. Başlıkta geçen üç kavram olan Tanrı, Evren ve Varlık kavramları, insan düşüncesinin en kadim sorularının merkezinde yer alır. Bu üçlü, yalnızca metafizik bir ilgi alanı değil, aynı zamanda insanın kendi konumunu, amacını ve hakikati kavrayış biçimini belirleyen temel mihenk taşlarıdır. Tanrı’nın evrenle ilişkisi nedir?

Varlık bir midir yoksa çok mu? İnsan bu varlık içinde nasıl bir yere sahiptir? Bu sorulara verilen yanıtlar, farklı felsefi ve mistik geleneklerde, kültürel ve tarihsel bağlamlara göre çeşitlenmiş olsa da, dikkat çekici şekilde birlik yani “vahdet” fikrinde buluşmuşlardır. Bu bağlamda, Plotinos, Spinoza ve İbn-i Arabi, birbirlerinden farklı coğrafyalarda ve dönemlerde yaşamış olmalarına rağmen, birliğin felsefesi etrafında şekillenen derin sistemler kurmuşlardır. Plotinos’un Bir’i, Spinoza’nın Tanrı ya da Doğa ilkesi ve İbn-i Arabi’nin Vahdet-i Vücud anlayışı, evrenin kökeni ve yapısı hakkında farklı ama birbirini yankılayan tasvirler sunar. Bu yazının amacı, söz konusu üç düşünürün Tanrı–Evren–Varlık ilişkisine dair görüşlerini karşılaştırmalı bir yöntemle ele almak, aralarındaki ortak kavrayış zeminlerini ve farklılık noktalarını ortaya koyarak varlık felsefesinin evrensel boyutuna ışık tutmaktır. Bu inceleme, hem felsefi akıl yürütmenin hem de mistik sezginin sınırlarını yoklamayı hedefleyen bir arayış olarak tasarlanmıştır. İsterseniz, ilk önce başlıkta adı geçen üç düşünürü kısaca tanıyalım.

Plotinos (MS 204–270)

Plotinos, Antik Yunan felsefi mirasının son büyük taşıyıcısı ve aynı zamanda mistik derinliğiyle bu geleneği aşan bir filozoftur. Mısır’da doğduğu kabul edilen Plotinos, felsefi eğitimini İskenderiye’de aldıktan sonra Roma’ya yerleşmiş ve burada önemli bir felsefe okulu kurmuştur. Öğrencisi Porphyrios, hocasının düşüncelerini derleyerek Enneadlar adlı eser haline getirmiştir; bu eser, hem Plotinos’un özgün felsefi sistemini günümüze taşımış hem de Yeni-Platonculuk olarak bilinen akımın temelini atmıştır. Plotinos’un düşüncesi, Platon’un idealar kuramını metafiziksel ve mistik bir düzeye taşır; Bir (To Hen) anlayışıyla evreni, aklı ve ruhu açıklamaya girişir. Onun felsefesi, hem Hristiyan ve Musevi hem de İslam düşüncesinde iz bırakmış, özellikle sudûr teorisi ile doğu felsefelerine de kaynaklık etmiştir. Bizim açımızdan önemi, İbn-i Sina ve Farabi gibi iki büyük Türk – İslâm Filozofunun Enneadlar’ı okuyarak (yalnız yanlış biçimde bu eserin Aristo’ya ait olduğunu sanarak) kendi metafizik sistemlerini geliştirmeleridir. Bir başka yazıda bu iki büyük filozofumuzu anlatırım, inşallah…

Baruch Spinoza (1632–1677)

Spinoza, 17. yüzyıl Avrupa’sının en radikal ve özgün akıllarından biri olarak, hem rasyonalist düşüncenin zirvesine ulaşmış hem de Tanrı–doğa özdeşliği fikriyle Batı metafiziğinde derin bir kırılma yaratmıştır. Amsterdam’da Yahudi bir ailede doğan Spinoza, genç yaşta Yahudi cemaatinden aforoz edilmiş, ancak bu dışlanma ona bağımsız düşünme özgürlüğü kazandırmıştır.........

© Yeni Birlik