Felsefenin Müslümanı Müslümanın felsefesi -1
İslâm’a ve imana dair konularda bilimsel dayanaklı felsefî açıklamalarda bulunanlar ile İslâm’ın genel itibariyle felsefe yapmaya müsait olmadığını, bunun da Müslümanların geri kalma sebeplerinden biri olduğunu iddia edenler.
Birinci grubun popülerlikleri, son elli-altmış yılda kuantum mekaniğinin iki asır boyunca bilim dünyasına hükmeden pozitivizmi darmadağın etmiş olmasından; ikinci grubun popülerlikleri ise, insanın Yaratıcı’yla ilişkisini bir bilgi problemi değil bir inanç sorunu olarak kabul eden Viyana Ekolünün dayatmalarının hâlâ felsefe dünyasını etkisi altında tutmasından kaynaklanmaktadır.
Sormak gerek: Din söz konusu olduğunda felsefî açıklamaların ve bilimsel kuramların kıymeti nedir? Dinin maneviyatı karşısında felsefe illâ onu görmezden mi gelmek zorundadır; felsefe yapan dindar birisi kâinatı illâ seküler (dini dışarıda bırakan) bir zihinle mi yorumlamak durumundadır? İbni Sina ve Farabî gibi hükemânın (filozofların), Gazalî ve Fahrûddin Er-Razî gibi mütekellimînin (kelâmcıların) birbirlerine reddiyeler (tehafüt) yazdığı meseleler, dinin dünyasında ne derece önem taşımaktadır?
Aslında Müslümanlar yüzyıllar önce bir problemi görmüşler ve tabiatın nesnesi ve kanunları ile anlamının ilişkili ancak ayrı bağlamları olduğunu düşünmüşler, hayatı ve kâinatı anlamak için Yaratıcı’nın göz önüne alınmasından başka yol olmadığına kanaat getirmişler; Kelâm gibi hem tabiatı, hem de tabiatın satırlarında gizlenmiş kasd ve iradeyi (anlamı) merkeze koyan ve vahyi gözeten müstakil bir ilim inşa etmişlerdir. Müslüman filozofların kâh vahye, kâh (ekseriyetle) tabiata dayanarak yaptıkları yorumlar karşısında mütekellimîn, Kur’ân’ı ve mantık kurallarını kullanarak imanı tesise ve muhafazaya çalışmışlardır. Onlar ilim, irade ve kudretiyle, isim ve sıfatlarıyla el’an âlemleri çeviren, eşyayı biteviye çalkalayan, halden hale sokan bir Yaratıcı’ya iman etmektedirler; bunu tek gerçek ve anlamlı olan bilgi olarak görmektedir. Hükemâ’nın hakkında konuştukları Yaratıcı ise tabiatın zorunlu bir sonucu olarak varlığına ulaşılan bir “Vacib’ül Vucud’tur; nerdeyse, sanki olmak zorunda olduğu için dikkate alınması gerekli olandır. İşte........
© Yeni Asya
