Ankara’nın nuruna bak
Ankara’nın taşına bak
Gözlerimin yaşına bak
Yunan Türk’ü esir almış
Şu feleğin işine bak (*)
Aynı yıllarda, üstelik Yunan kuvvetleri Anadolu’yu terk edip gittikten sonra Ankara’ya gelen (Kasım 1922) Bediüzzaman Said Nursî, bir gün meşhur Ankara Kalesi’ne çıkar. Orada neler hissettiğini 26. Lema olan İhtiyarlar Risalesinde şu sözlerle anlatır:
“Bir zaman, Ankara’daki ehl-i dünya beni Eski Said zannedip oraya istediler. Gittim. Güz mevsiminin âhirlerinde Ankara’nın benden çok ziyade ihtiyarlanmış, yıpranmış, eskimiş kalesinin başına çıktım.
“O kale, tahaccür etmiş hâdisat-ı tarihiye suretinde bana göründü. Senenin ihtiyarlık mevsimiyle benim ihtiyarlığım, kalenin ihtiyarlığı, beşerin ihtiyarlığı, şanlı Osmanlı Devletinin ihtiyarlığı, Hilâfet Saltanatının vefatı ve dünyanın ihtiyarlığı, bana gayet hazîn, rikkatli ve firkatli bir hâlet içinde, o yüksek kalede geçmiş zamanın derelerine ve gelecek zamanın dağlarına baktırdı.
Birbiri içinde beni ihata eden dört-beş ihtiyarlık karanlıkları içinde, Ankara’da en kara bir hâlet-i ruhiye hissettiğimden bir nur, bir teselli, bir rica aradım.“
Yukarıdaki mısra ve satırların üzerinden yüz yıldan fazla bir zaman geçti. O tarihten bir asır kadar sonra gelip gördüğümüz Ankara’da genel tablonun bir........
© Yeni Asya
