İttihad-ı İslâm ve ihya-i iman
İslâm âleminde ‘İttihad-ı İslâm’ dendiğinde akla gelen ilk isimler bunlar. İslâm’a gizli, dolaylı veya alenî saldırıların olduğu, Müslümanları rencide eden hadiseler vuku bulduğu, Müslümanların ancak birlikte hareket ederek halledebilecekleri meseleler zuhur ettiği zaman hep onların hareket tarzları hatırlanır ve meselenin muhataplarına tavsiye edilir.
Asr-ı Saadette Müslümanlar müttehiddi. Muzaffer İslâm orduları girdikleri her muharebeyi kazanırlar, ülkeleri fethederlerdi. Emniyeti, asayişi, huzuru, güveni sağlar, adaletle yöneterek İslâm’ın ilânına, imanın ihya ve intişarına zemin hazırlarlar ve tebliğ vazifesini, fethettikleri yerlerde iskânını sağladıkları müstakim ve müttakî Müslüman ahaliye bırakırlardı.
Her ne kadar Peygamber Efendimizin (asm) vefatından sonra dahilde Cemel, Sıffin Vak’aları gibi zâhiren nâhoş bazı hadiseler vuku bulmuş ise de onlar Bediüzzaman’ın ifadesi ile ‘Lillah için, İslâmiyetin menâfii için içtihad ettikleri, içtihaddan da muharebe tevellüd ettiğinden’ (Mektubat, s. 88.) İslâmiyetin intişarına bir zarar vermemişti.
MUHADDİSLER VE HAFIZLAR HUSUSÎ KORUNURDU
Hatta bilhassa Kur’ân ve Hadis ilimleri ile meşgul olanların, Kur’ân-ı Kerîm’in ve Hadis-i Şeriflerin yaşanan hâdiselerden zarar görmemesi için daha büyük gayret göstermeleri, Siyer-i Nebîye (asm) Peygamber Efendimizin (asm) hizmetinde bulunan Sahabelerin hayatlarını ve hatıralarını kayıt altına almaları hasebiyle mezkûr hâdiseler bir cihette faydalı olmuştu.
Müslümanların ilk kıbleleri, ikinci mescidleri ve üçüncü haremleri olan Kudüs’ün, Hicrî 1099 yılında Haçlılar tarafından işgal edilmesi, yetmiş bin kadar Müslümanın katledilmesi, mukaddes mabedlerin yıkılması üzerine, yaşanan hadiselerden muzdarip olan Müslümanlar, Kudüs’ün yeniden fethi için birlikte hareket etme ihtiyacı duymuşlardı.
Kudüs’ü fethetme iştiyakını en çok hissedenlerden biri de Eyyubî devletinin kurucusu ve hükümdarı Selâhaddin Eyyubî idi. İttihad-ı İslâmın sağlanması için bölgede mukim ve hâkim unsur olan Arapların, Türklerin, Kürtlerin her hususta birlikte hareket etmeleri gerekirdi. O da bunun farkında idi.
KUDÜS, İTTİHAD-I İSLÂMIN İLK MEYVESİ
Selâhaddin Eyyubî, bir Arap devleti olan Zengiler’de uzun süre komutanlık yapmıştı. Halkının kahir ekseriyeti Arap olan Mısır’da vezirlik yaptığı ve annesi Türk, babası Kürt olduğu için bölgeyi de insanları da iyi tanıyordu. Bediüzzaman’ın tesbiti ile o zamanlar ‘Esasat-ı imaniye mahfuzdu. Teslim kavî idi... Ariflerin marifetleri delilsiz de olsa beyanatları makbul idi, kâfi idi.’ (Barla, s. 45)
Zamanın hususiyetlerini iyi bilen ve hesaba katarak hareket eden Selâhaddin Eyyubi İttihad-ı İslâm davasını âlimler, arifler, sözü muteber insanlar vasıtası ile Müslüman ahaliye anlatmıştı. Müslüman milletler arasında siyaseti, işgalci Haçlı ordularına karşı silâhı kullandı ve Kudüs’ün fethini yenilemişti.
Kudüs’ün fethi, İttihad-ı İslâm’ın ilk meyvesi olmuştu.
***
İTTİHAD-I İSLÂM DAVASININ SEMBOL İSMİ
“……… ……… ihtilâf u tefrika endişesi,
Kûşe-i kabrimde hattâ bîkarar eyler beni.
İttihadken savlet-i a’dâyı def’e çaremiz,
İttihad etmezse millet, dağdar eyler beni.”
İttihad-ı İslâm davasının sembol ismi, Osmanlı devletinin dokuzuncu padişahı Yavuz Sultan Selim’di. Sultan Selim de mükemmel padişahlığının, müttakî Müslümanlığının, cesaretinin, celaletinin, fütuhatının yanı sıra, İttihad-ı İslâm davasını hayatı ile mezcettiği bu rubaisi ile de iştihar bulmuştu.
Nitekim “Ben zahiren buna (ittihad-ı İslâm) teşebbüs ettim...” diyen Bediüzzaman Said Nursî, İttihad-ı İslâm Cemiyetine -tarif ettiği vechile- intisâbının sebebini “Sultan Selim’e biat etmişim. Onun İttihad-ı İslâmdaki fikrini kabul ettim. Zira o Vilâyet-i Şarkiyeyi ikâz etti, onlar da ona biat ettiler” sözleri ile dile getirmiş ve onun ittihad-ı İslâm fikrini anlatırken mezkûr rubaiyi nazara vermişti.
Bediüzzaman’ın Divan-ı Harb-i Örfî eserine ve Tarihçe-i Hayat’ına iktibas edilen bu rubainin birinci mısraının ilk kelimelerinin alınmaması manidardır. Çünkü oradaki ifadelerde ihtilaf var. Rüştü Şardağ’ın Şair Sultanlar eserinin 127. sayfasında yer alan rubaide mısraın başına ‘milletimde’ kelimesi yazılırken Cemal Kutay Kitaplığının 2. kitabının 233. sayfasındaki iktibasta ‘Hak bilir ki’ ifadeleri, son mısraındaki ‘millet’ kelimesinin yerine de ‘ümmet’ tabiri kullanılmış.
Aynı zamanda büyük bir şair olan Sultan Selim’in dört mısrada iki sefer ‘millet’ kelimesini tekrarlamayacağı ve o zamanın şartlarında ‘millet’ mefhumundan ziyade ‘ümmet’ tabirinin kullanıldığı nazara alındığında ikinci ihtimalin, yani boş bırakılan yere ‘Hak bilir ki’ tabirinin, son mısradaki ‘millet’in yerine de ‘ümmet’ kelimesinin yazılması isabetli olacaktır.
Müslümanlar arasında ittihad-ı İslâm şuurunun kaybolduğu, İslâm âleminde ihtilâf ve tefrika........
© Yeni Asya
