menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Zihnin davetsiz misafirleri

5 1
27.11.2025

Bedenimizin asıl sahibi olmadığımız gibi, zihnimizden ve kalbimizden geçenleri de kontrol altına alamayız bazen. Namaza başlarız, huzurun kapısına kıyama dururuz; fakat zihin sağa sola savrulmaya başlar. Dil “Allahu Ekber” derken, akıl alışverişi, hatıraları, sevdayı, geçmişi, geleceği ya da başka bir malayanî meseleyi düşünmeye koyulur. Böyle anlarda insan kendine kızar:

“Ben ne biçim biriyim? Nasıl bir Müslümanım? Şu an Rabbimin huzurundayım ama aklım başka yerde... Benim bu namazım hiç kabul olur mu?” der ve mahcup olur. Oysa ki asıl dönüm noktası tam da buradadır.

Çünkü mahcubiyet, pişmanlık ve iç sıkıntısı zannedildiğinin aksine kalbin ölmüş değil, uyanık olduğunun delilidir. Ölü kalp yanlış yaptığını anlamaz; kararmış gönül yanlışa üzülmez ve fark etmez. Oysa ki duyulan bu mahcubiyet hissi ve fark ediş, bir hakikat olduğunu gösterir. İşte o hakikat, havatır ve vesvese oklarının hedefi hâline gelmesidir. Zira bu oklar, imanla nurlananlardan başkasına çevrilmez.

Bazen hoş bir hatıra, bazen çirkin bir hayal, bazen de anlamı belirsiz düşünceler şeklinde içimize doğan, kalbimizde ve........

© Yeni Asya