Medine-i Münevvere’den damlalar
Medine-i Münevvere’den damlalar
Mustafa Armağan
İnsanoğlu su misali.
Dün Şevval umresi vesilesiyle gittiğimiz Mekke-i Mükerreme’deydik, bugün Medine-i Münevvere’de, siz bu satırları okurken ise biz İstanbul’un yolunu tutmuş olacağız. Aynı günün akşamı da saat 20.30’da Sultan Abdülhamid Han’ın 4. nesilden torunu Kayıhan Abdülhamid Osmanoğlu ile birlikte Akit TV’de sizlerle birlikte olacağız inşaallah.
Medine’yi yazmak, Hz. Peygamber’in (s.a.v.) nuruyla yoğrulmuş o mübarek toprağa dokunmak gibidir.
Medine-i Münevvere yani nurlanmış şehir diye geçiyor kitaplarda ama o bir şehir değil, bir sevda; Resulullah Efendimiz (sav) ile Hz. Ebubekir (ra) ve Hz. Ömer’in (ra) Ravza-i Nebi’de yan yana yatıyor olmaları kadar Uhud Şehitliği, Kuba Mescidi ve tabii İslam’ın üç hareminden biri olan Harem-i Şerifiyle de gönüllerimizi işgal eden mübarek bir belde.
Yavuz Sultan Selim Handan itibaren Osmanlı’nın büyük bir vefayla sarıldığı, gözyaşlarıyla vedalaştığı bir emanet.
Bugün, tarihin tozlu raflarını aralayıp Osmanlı’nın Medine’sine, Fahreddin Paşa’nın destansı direnişine, Hicaz Demiryolu’nun raylarındaki umuda ve Mukaddes Emanetler’in kutsal yolculuğuna göz atacağız.
Mekke-i Mükerreme ve Kudüs-i Şerif’in ilavesiyle Medine muhakkak ki Osmanlı’nın üç gözbebeğinden biriydi.
Medine Hz. Peygamber’in (sav.) hicretiyle İslam’ın kalbi oldu; Osmanlı ise bu kalbi asırlarca muhabbetle korudu.
Sultanlar, Yavuz Sultan Selim döneminde şerefle kabul ettikleri “Hâdimü’l-Haremeyn” unvanıyla bu kutsal şehre hizmetkâr oldu.
Ulu Hakan II. Abdülhamid Han’ın eseri olan ve İstanbul’un Medine’ye bağlayan Hicaz Demiryolu işte bu vefanın en muhteşem bir nişanesiydi. Unutmayın ki o raylar sadece hacıların değil, bir milletin duasını Medine’ye taşıyordu.
Ama İngiliz fitnesi ile ile Şerif Hüseyin’in ihanet........
© Yeni Akit
