Toplumsal Cinsiyeti Kavramak: Dil ve İktidar
Dil, iktidarın en etkili araçlarından biridir. Sürekli yeniden üretilir, işlevsel biçimde kullanılır. Ancak bu kullanım çoğu zaman bilimsel temellere dayanmaz. Bunun yerine “doğal”, “fıtrat”, “normal” gibi kavramlara yaslanılır. Geçmişe ve geleneğe sıkı sıkıya tutunularak meşruiyet aranır. Ne var ki, aradıkları bu meşruiyeti bulamıyorlar, bulamayacaklar.
Kavramlar, soyutlama yoluyla ortaya çıkar. Dilin temel öğelerindendir ve iletişim için vazgeçilmezdir. Türk Dil Kurumu’na göre “kavram”, “bir nesnenin veya düşüncenin zihindeki soyut ve genel tasarımı”dır. Bu tanım üzerinden “toplumsal cinsiyet” de bilimsel bir sonuç ve soyutlama olarak ortaya çıkar.
Türk Dil Kurumu’nun güncel sözlüğünde “kavram”, “toplumsal” ve “cinsiyet” kelimeleri yer almakta. Ancak bunların birleşiminden oluşan “toplumsal cinsiyet” kavramı sözlükte bulunmuyor. Bu durum, iktidarın dili nasıl araçsallaştırdığına dair küçük ama anlamlı bir işaret. Daha önce bu kavramın sözlükte olduğunu hatırlayanlar olabilir. Ancak bugün baktığınızda yer almadığını görebilirsiniz. Eğer hiç yer almamışsa, bu da başlı başına bir politik yönelim tercihi olarak okunabilir.
“Toplumsal cinsiyet” kavramı, 1950-60’lı yıllarda tıp ve psikoloji alanlarında kullanılmaya başlanmış. Ulaşabildiğim kaynaklara göre, John Money ilk olarak “toplumsal cinsiyet rolü” (gender role) kavramını ortaya atmış. 1970’lerde feminist teori içerisinde biyolojik cinsiyet ile toplumsal cinsiyet arasındaki fark üzerine önemli çalışmalar yapılmış. Bu dönemde kadınlık ve erkekliğin yalnızca biyolojik değil, toplumsal olarak inşa edildiği vurgulanmış. Bu vurgular, toplumsal cinsiyet kavramını toplumsal eşitsizlikleri görünür kılmanın bir aracı haline getirmiş.
1980’lerde ve 1990’larda Judith Butler gibi düşünürler, toplumsal cinsiyetin tekrar eden performanslar, söylemler ve toplumsal beklentiler aracılığıyla kurulduğunu savunmuşlar. 1949 yıllarında Simone de Beauvoir’ın ‘Kadın doğulmaz, kadın olunur.’ sözü, bu yaklaşımın özeti olarak sıkça hatırlanır. 1990’ların sonu ve 2000’lerde ise toplumsal cinsiyetin yalnızca ikili cinsiyet sistemiyle sınırlı olmadığı anlayışı gelişmiştir. Böylece toplumsal cinsiyetin akışkan, çok boyutlu ve çeşitliliğe açık bir kavram olduğu yönündeki görüşler ağırlık kazanmıştır.
Bu tarihsel mücadele sürecinde toplumsal cinsiyet kavramı somutlaştı. Bu somutlaştırmanın en önemli unsuru ise "eşitlik"tir. Şiddeti, tacizi, dışlanmayı, hor görülmeyi ve kısıtlanmanın sebebini görünür kılan; bunlara karşı çözüm üreten bir kavram haline geldi. Toplumsal bir hâkimiyet elde etti.
İktidar, toplumsal cinsiyet eşitliği kavramını engellemeye çalıştı. Ancak bu çabalar başarılı olamadı. İlk olarak “kadın erkek eşit değildir” söylemi karşılık bulmadı. Toplumsal meşruiyet üretemedi, geri tepti........
© Yarın Haber
