menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Nihat Genç yıllar öncesinden bugüne sesleniyor: Afrika’yı bu kadar kolay yağmalayamadılar!

33 0
25.06.2025

Yusuf Yavuz yazdı…

“Madenlerimizi, dağlarımızı, köylerimizi satarak nereye gidebiliriz? Bu da bizim başka türlü bir Arjantin olduğumuzu gösteriyor. Biz aslında çoktan Arjantin olmuşuz. İşte verdik dağlarımızı derelerimizi, yatak odamızı. Her şeyimizi teslim ediyoruz artık… Ben iddia ediyorum, 18 yüzyılın İngilizleri, Fransızları, Belçikalıları; Afrika’yı, Çin’i, Hindistan’ı bu kadar kolay yağmalayamadılar. En azında yerliler çıktı karşılarına. En azından buralardaki köylü liderleri, aşiret liderleri çıktı. En azından bir direnç gösterdiler…”

Bir süredir akciğer kanseriyle savaşan yazar Nihat Genç’in tedavisinin sürdüğü bu dönemde Türkiye’nin dört bir yanından gelen köylüler, dün Ankara’da Meclis önünde basın açıklaması yaptı. Artvin’den Tokat’a, Muğla’dan Kütahya’ya, Erzincan’dan Çanakkale’ye kadar yüzlerce insan, yıllardır vahşice yağmalanan ülke coğrafyasının akciğerlerini söküp atacak maden kanunu teklifine karşı seslerini yükseltti.

Zeytinlikleri, ormanları, suları ve verimli topraklarımızı bir avuç maden ve enerji şirketinin insafına bırakacak bu yasa teklifinde imzası olan vekiller arasında maden şirketi patronları da var. Artık açıktan ve hiç çekinmeden saldırıyorlar. Yıllar önceki çekingenliklerini çoktan üzerlerinden attılar. Kendi televizyon kanalları, gazeteleri, haber siteleri var; kendi akademisyenlerini yarattılar, kömürü ve yıkımı baş tacı edecek kendi köylülerini, muhtarlarını oluşturuyorlar. Artık bu son büyük yağma seferinde yanlarında kendi akademisyenleri, kendi köylüleri, kendi gazetecileri var. Türkiye’de 200’den fazla üniversite, onlarca ziraat-orman fakültesi var; hiçbirinden zeytinin, meşenin, derenin hakkını savunan bir ses çıkmıyor…

Nihat Genç ayakta olsaydı dün Meclis önünde buluşan köylülerin arasına karışır, sözünü söyler, hançeresi çıktığı kadar ormanların, suların, dağların, ovaların sesini dillendirirdi. Ülkesinin coğrafyasıyla bu kadar haşır-neşir olan, Karadeniz ormanlarının deli balını yutmuş bir yazarın içinde hiç sönmeyen memleket ateşi birçoğumuz için her zaman örnek oldu.

Nihat Genç ile geçmişte yaptığımız söyleşilerde ağırlıklı olarak ormanı, suyu, dağları, vahşi madenciliği konuştuk. 2004 yılında Maden Kanunu’nda yapılan değişiklikle ilk büyük yağma başlamıştı. 2006’da su kullanım anlaşmalarıyla dereler, ırmaklar 49 yıllığına enerji şirketlerine tahsis edildi, mera kanunu ile meralar köylülerin, çobanların elinden alındı. Şimdilerde bu son büyük yağma tasarısı ile ‘altın vuruşu’ yapmak istiyorlar.

Yazar Nihat Genç, yıllar öncesinden bugünlere çarpıcı uyarılarda bulunmuş, bu toprakların bir yazarı olarak ufuk açıcı tespitleriyle bugünleri öngörmüştü…

Nihat Genç ile farklı zamanlarda yaptığımız söyleşilerden derlediğimiz vahşi madenciliğe, ormanlara ve memleket yağmasına karşı tespitlerinden bazı bölümler:

“Karadeniz otoyolu inşa edildiği dönemde çok sert yazılar yazdım. Giderek yoruldum ve tecrit edildim. Hatta Karadeniz’de bana neredeyse hain gibi bakıyorlardı o dönem. Şimdi çok seviyorlar ve neredeyse kahraman gibi bakıyorlar ama bir zamanlar o karayoluna karşı çıktığımız için öyle bakıyorlardı. Karadeniz otoyolunun rantı 15-20 şirket tarafından bölüşüldü. Şimdi de bu HES’lerde uygunanıyor. Ülkenin dört bir yanındaki HES’ler belki de 50-60 tane büyük iş adamına bölüştürülmüş durumda. Bu şekilde bir bölüşümün yapılması, medyada HES karşıtı seslerin yeterince duyulmasına engel olduğunu düşünüyorum. Bu nedenle sorunun üzerine gitmiyor medya. Medya sahiplerinin neredeyse hepsinin bu işlerle bir ilgisi var. Bunun için görmezden geliniyor.

Ben 150 tane televizyon programı yaptım neredeyse her programda benzer sorunları dile getirmeye çalıştım. En çok da dereleri anlattım. Beşer onar dakika ayırmaya çalıştım bu konuya. Anlatmaya da devam edeceğim. Ancak bu yetmiyor. Önümüzdeki günlerde sivil toplum örgütleri ve aydınların da katılımıyla geniş kapsamlı bir toplantı organize edip bıçağın kemiğe dayandığını anlatmamız gerekiyor. Ancak siyasi olarak ağır bir baskı altındayız. Ergenekon süreçleriyle suçladıkları için ağır bir dönemden geçiyoruz. Dolayısıyla HES’ler, nükleer santraller ve diğer çevre konularına maalesef yeterince eğilemiyoruz. Alanımız ve zamanımız yok. Türkiye’nin bütün kamuoyunun gözleri Ergenekon davasına yöneltildi. Çünkü asıl büyük çürüme burada yaşanıyor. Dolayısıyla asıl bakmamız gereken yerlere bakamıyoruz. Enerjimiz buralarda tükettiriliyor.

Bir dönem ülkenin büyük kamu yatırımlarını sattılar. Yaptıkları o yardımlar filan buralardan sağlandı. Türkiye’yi bir kaç yıl buralardan geçindirmeye çalıştılar. Buralar tükenince şimdi yeni para kaynağı olarak suları, ormanları satmaya başladılar. Hani Kurtuluş Savaşı’nda düşman tarlaya geldi diye bir deyim vardı. Şimdi de aynen bunu yaşıyoruz. Düşman sularımıza, ormanlarımıza, tarlalarımıza geldi. Bu iş öylesine zıvanadan........

© Veryansın TV