Tarihin sahnesi, geleceğin mahpushanesi: Konya’nın merkezindeki dönüşüm üzerine düşünceler
Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…
Öğrenciliğimin ve hocalığımın 30 yılını geçirdiğim Konya’ya bir vesileyle yolum düştü. Bu ziyaret sırasında, hafızamdaki şehrin katmanları ile karşımdaki yeni manzara arasında gidip gelirken hissettiğim yabancılaşmayı ve bu dönüşüme dair gözlem ve düşüncelerimi şu şekilde ifade etmek isterim:
Konya Büyükşehir Belediyesi’nin yıllardır bir medeniyet projesi olarak takdim ettiği “Tarihi Kent Merkezi’ni Canlandırma Projesi”, şehrin belleğini ve kimliğini yeniden yazma iddiası taşıyan, devasa ölçekli bir müdahaledir. Bu proje, şehrin omurgasını oluşturan, Kılıçarslan Meydanı’ndan başlayıp, Alaaddin Tepesi’nin eteklerinden süzülerek Tarihi Bedesten Çarşısı ve Kayalıpark üzerinden Mevlana Meydanı’na uzanan arteri bir “medeniyet hattı” olarak kodlar. Resmî söylem, bu çalışmanın amacını estetik bir bütünlük yaratmak, tarihi dokuyu ihya etmek, şehri modern karmaşadan arındırmak ve ziyaretçilere cazip, “otantik” bir deneyim sunmak olarak tanımlar. Dükkân cepheleri elden geçirildi, yollar tek tip taşlarla kaplandı, meydanlar adeta birer tören alanına dönüştürüldü.
Dün gece, bu uzun ve özenle cilalanmış hatta adımlarımı bıraktım.
Yürüyüşüm, şehrin manevi kalbine, Mevlana Dergâhı’na yaklaştıkça, projenin en yoğun hissedildiği bölgeye vardı. Karşımdaki manzara, ilk bakışta reddedilmesi güç bir güzellik sunuyordu: Taşın en parlak, en temiz tonuyla ışıldayan cepheler, geometrik bir kusursuzlukla döşenmiş yollar, geçmişin en asil hâlini bugüne fısıldayan altın sarısı bir aydınlatma… Her şey yerli yerinde, hatta olması gerekenden, yaşanmış olandan bile daha “mükemmel”di. Tarih, burada kirinden, pasından, yaşanmışlığın getirdiği kusurlardan arındırılmış, laboratuvar ortamında yeniden üretilmiş gibiydi.
Ama tam da o anda, zihnimde ince bir çatlak oluştu. O pürüzsüz, neredeyse steril güzelliğin ortasında, görünmez bir sızı kıpırdadı. Bir yanım, şehrimin tarihle yeniden barışmasına, o estetik uyuma sevinirken; diğer yanım bu güzelliğin fazla cilalı, fazla niyetli, fazla kurgulanmış olduğunu haykırıyordu. Gözümün gördüğü estetik haz ile zihnimin sezdiği yapaylık, aynı karede dondu kaldı. Bu, ne saf bir hayranlıktı ne de açık bir rahatsızlık; güzelliğin ardındaki niyeti, estetiğin bir propaganda aracına dönüşümünü görmenin yarattığı o karmaşık, tedirgin edici aydınlanmaydı.
Dikkatle bakıldığında, yapılan işin ölçeği ve niteliği, projenin niyetini ele veriyordu. Bu, mevcut tarihi yapıları koruma ve onarma üzerine kurulu klasik bir restorasyon çabası değildi. Bundan çok daha fazlasıydı: Eskimiş, kimliksiz veya “ideolojik olarak yanlış” bulunan modern yapılar sistematik olarak yıkılmış, yerlerine “tarihi” görünümü taklit eden, aslında düpedüz yeni olan binalar inşa edilmişti. Selçuklu ve erken dönem Osmanlı mimarisinin formlarını kopyalayan bu yapılarla, sanki şehir geçmişten bugüne doğru bir taşkına uğramış; tarihî olan, modernin üzerine yürüyerek onu yutmuş, yerinden etmişti. Ortaya çıkan manzara, doğal bir tarihî sürekliliğin katmanlı ve karmaşık dokusunun değil, abartılı, seçilmiş ve tek tipleştirilmiş bir........
© Veryansın TV
