menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Cumhuriyetsiz ‘milliyetçilik’ ya da ‘çürük’ milliyetçilik

25 1
22.07.2025

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…

Bu analiz, Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bu yana temelini oluşturan üniter, laik ve sosyal hukuk devleti niteliklerini ve vatandaşlık esasına dayalı ulus kimliğini ele almaktadır. Son dönemde üst düzey devlet yönetiminde etnik ve mezhepsel kimliklere dayalı bir temsil modelinin önerilmesine yönelik söylemlerin, Cumhuriyet’in kurucu felsefesiyle olan çelişkisini ve bu tür bir politikanın ulusal birlik, toplumsal barış ve devletin işleyişi üzerindeki potansiyel risklerini incelemektedir. Analiz, Türkiye’nin tarihsel tecrübesini ve Ortadoğu coğrafyasındaki kimlik eksenli devlet modellerinin yarattığı istikrarsızlıkları karşılaştırmalı bir perspektifle değerlendirerek, liyakat ve eşit yurttaşlık ilkelerinden sapmanın doğurabileceği sistemik sorunlara dikkat çekmeyi amaçlamaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti, çok uluslu bir imparatorluğun enkazı üzerine, modern bir ulus-devlet olarak inşa edilmiştir. Bu inşa sürecinin harcını, herhangi bir ırksal, dinsel veya mezhepsel aidiyete dayanmayan, ortak bir tarih, kültür ve gelecek idealinde birleşen bir vatandaşlık kimliği oluşturmuştur. Anayasa’nın değiştirilemez ilkeleriyle güvence altına alınan bu model, devleti tüm vatandaşlarına karşı eşit mesafede konumlandıran laiklik ilkesi ve herkesin kanun önünde eşit olduğu bir hukuk düzeniyle tamamlanmıştır. Bu felsefe, bireylerin etnik kökenlerini, inançlarını veya mezheplerini kamusal alanda bir ayrımcılık ya da ayrıcalık unsuru olmaktan çıkarıp özel alana ait bir zenginlik olarak kabul eder. Devletin temel görevi, bu farklılıkları kurumsallaştırmak değil, bu farklılıklara sahip tüm vatandaşların barış ve uyum içinde bir arada yaşayacağı ortak kamusal alanı korumaktır.

Ancak son dönemde kamuoyunda tartışmaya açılan, devletin en üst yürütme organında, örneğin Cumhurbaşkanı yardımcılıkları gibi makamlarda, belirli etnik (örneğin Kürt) ve mezhepsel (örneğin Alevi) kimliklere dayalı bir temsilin getirilmesi yönündeki öneriler, bu kurucu felsefeyi temelden sarsma potansiyeli taşımaktadır. Görünüşte kapsayıcılık ve toplumsal barışı artırma iddiası taşıyan bu tür bir öneri, daha derin bir analizle incelendiğinde, Türkiye’yi tarihsel olarak kaçındığı bir yola, yani kimliklerin siyasallaştığı ve devlet yapısının bu kimliklere göre paylaştırıldığı bir modele sürükleme riski barındırmaktadır.

Bu analiz belgesi, söz konusu önerinin Türkiye’nin anayasal düzeni, toplumsal dokusu ve ulusal bütünlüğü açısından ne anlama geldiğini üç ana başlık altında inceleyecektir:

Türkiye Cumhuriyeti’nin kimlik tanımı, etnik veya dinsel özcülüğe değil, kapsayıcı bir vatandaşlık anlayışına dayanır. Bu anlayışın en net ifadesi Anayasa’nın 66. maddesinde yer alır: “Türk Devletine vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür.” Buradaki “Türk” tanımı, ırksal bir kökene değil, siyasi ve hukuki bir aidiyete, yani Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaya işaret eder. Bu tanım, devletin kurucu iradesinin, Anadolu coğrafyasının tüm tarihsel ve kültürel zenginliğini, ortak bir “millet” kimliği altında birleştirmeyi hedeflediğinin kanıtıdır. Bu birleştirici kimlik, farklı etnik ve dinsel kökenlerden gelen bireyleri “eşit yurttaşlar” olarak tek bir potada eritmeyi değil, onlara ortak bir üst kimlik sunarak ulusal birliği sağlamayı amaçlar.

Bu modelin işlemesinin temel güvencesi ise laiklik ilkesidir. Laiklik, devletin herhangi bir din veya mezhebin referanslarına göre yönetilmesini engeller. Bu sayede devlet, Sünni, Alevi, Hristiyan, Yahudi veya inançsız fark etmeksizin tüm vatandaşlarına eşit mesafede durur. Devlet nezdinde hiçbir inanç grubu diğerine üstün değildir ve kamusal hizmetler ile haklar, bireylerin inançlarına göre dağıtılamaz. Devlet yönetiminde dinsel veya mezhepsel bir temsilin kurumsallaştırılması önerisi, laikliğin bu temel ruhuna doğrudan aykırıdır. Zira bu, devleti tarafsız konumundan çıkarıp belirli kimliklerin temsilcisi haline getirecek ve devlet aygıtını bir inanç pazarlığı alanına dönüştürecektir.

Cumhuriyet rejiminin modern devlet anlayışının bir diğer sacayağı, görev ve sorumlulukların dağıtımında liyakati, yani yetenek, bilgi ve tecrübeyi esas almasıdır. Bir kamu görevine atanacak kişinin etnik kökeni, mezhebi veya ailesi değil, o görevin gerektirdiği vasıflara sahip olup olmadığı belirleyici olmalıdır. Bu ilke, hem devletin etkin ve verimli çalışmasının hem de fırsat eşitliğinin temelidir. Herhangi bir vatandaş, kökeni ne olursa olsun, gerekli........

© Veryansın TV