menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

‘Hayırlısı olsun’: İlahi bir paradoksa çekilmiş dünyevi rest

15 9
28.06.2025

Prof. Dr. Şahin Filiz yazdı…

Dil, düşüncenin sadece evi değil, aynı zamanda hem mimarı hem de bekçisidir. Onu biçimlendirir, taşır, sınırlar ve en nihayetinde nesiller boyu yeniden üreterek kolektif bir zihniyet, bir kader inşa eder. Bir toplumun en köklü korkuları, en konforlu yalanları, en büyük entelektüel tembellikleri ve en sinsi ikiyüzlülükleri, çoğu zaman dilin en masum görünen, en gündelik ifadelerinin dokusuna sinmiştir. Bu ifadeler, bir toplumun zihinsel DNA’sını ortaya seren, otopsi masasına yatıran en güvenilir verilerdir.

Bu bağlamda Türkçenin kültürel bilinçaltına bir ur gibi işlemiş “Hayırlısı olsun” ifadesi, masum bir temenninin çok ötesinde, derin bir toplumsal patolojinin ve teolojik bir açmazın dilsel bir semptomudur. Görünüşte bir dua; derinde, sorumluluğun topyekûn reddi. Görünüşte bir tevazu; özünde, iradenin ve aklın gönüllü idamıdır. Bu söz, bir iyi niyet değil, bir düşünsel iflas beyanı, bir irade iptali fermanıdır.

Bu ifadenin en sinsi ve yıkıcı işlevi, bir tartışmanın en kritik anında ya da bir kararın arifesinde, tam da aklın bir sonuca varmak üzere olduğu o kırılgan anda ortaya çıkmasıdır. Hayal edelim: Bir aile, çocuklarının geleceği hakkında önemli bir karar almak üzeredir. Eğitim mi, sanat mı? Yurt dışı mı, yurt içi mi? Saatlerce artıları ve eksileriyle tüm olasılıklar masaya yatırılır, mantık silsileleri kurulur, veriler karşılaştırılır. Tam da bir yol haritası çizilecekken, aile büyüklerinden biri o meşhur cümleyi kurar: “Neyse, çok da zorlamayalım, hakkında hayırlısı ne ise o olsun.”

Bu sözle birlikte o ana dek örülen bütün argüman ağı, sarf edilen tüm entelektüel çaba buharlaşır; çünkü bu ifade iki çatallı bir düşünceyi temsil eder:

1) “Bizim aklımız, neyin ‘hayırlı’ olduğunu bilmeye yetmez.” Dahası hayır bildiğimizde şer, şer bildiğimizde hayır vardır. Bu, o ana kadar konuşulan her şeyin bilgi yönünden “boş” olduğunu ilan eden, acımasız bir epistemolojik çöküştür. Bir iş toplantısında, fizibilite raporları ve pazar analizleri üzerine saatler süren bir tartışmanın sonunda bir yöneticinin söylediği “Hayırlısıyla bu işe girelim bakalım,” demesi de aynı anlama gelir: Analizi ve veriyi değil, soyut bir “hayırlı olma” ihtimalini esas alıyoruz.

2) Cümlenin sonundaki edilgen “-olsun” kipiyle de nihai iyi, yani “hayır”, faillerin iradesinin ve eyleminin tamamen dışına, kontrol edilemez, ontolojik bir sürgüne yollanır. Akıl devreden çıkmış, konuşma infaz edilmiş, sorumluluk ilahi bir adrese postalanmıştır.

Peki, bir toplum neden aklını ve iradesini bu kadar kolayca ve gönüllü bir şekilde askıya alır? Cevap, teolojinin kalbindeki o meşhur, kasıtlı olarak belirsiz bırakılmış ve çözümsüz gerilimde yatar: Kader ve özgür irade. Bir yanda, her şeyi ezelde bilen, yazan ve mutlak surette takdir eden bir Tanrı (Kader); diğer yanda, tüm eylemlerinden sorumlu tutulan, sınanan ve özgür olduğu varsayılan bir insan (İrade).

Bu ikisinin sınırı, iki düşman ülkenin sürekli çatışması için kasten mayınlı ve tanımsız bırakılmış bir sınır şeridi gibidir. Maksat bellidir: Hem Tanrı’nın mutlak egemenliğini ve bilgisini tartışılmaz kılmak hem de insanı özgür iradesiyle eylemlerinden sorumlu kılmak. Bu, mantıken çözülmesi imkânsız,........

© Veryansın TV