Mavi Vatan’dan açık denizlere-I
Cem Gürdeniz yazdı…
Denizlerle çevrili Anadolu’yu yurt edinmiş atalarımız, gelecek nesilleri böyle bir vatan seçmekle ödüllendirmiştir. Osmanlı üç kıtada bir imparatorluk kurmuş olmasına ve siyasi coğrafyasının gereksinimlerine rağmen, yaşamsal önem taşıyan deniz gücünü 16. yüzyıl dışında kuramsal anlamda bile kavrayamadı. Böylece sadece jeopolitik olarak denizlerden uzaklaşmadı, aynı zamanda denizcileşemedi. Denizde ve denizcilikte geri kalışımızda, bilim ve teknolojide geri kalma kadar, en güçlü dönemde denizci ülkelere verilen kapitülasyonlar da önemli rol oynadı. Kapitülasyonları dayatanlar, okyanuslara yayılıp, yeni sömürgelerle zenginleşirken, bu yeni rekabet ortamına, başka oyuncuların çıkmasını engellediler. Türklerin denizcileşmesi ve denizde güçlenmesini önlemek için her şeyi yaptılar. Deniz tarihimiz denizci devletlerin Çeşme, Navarin, Sinop gibi kalleşçe baskınlarıyla doludur. Maalesef bu baskını yapanların çoğunluğu, bugün müttefikimizdir. Benzer bir baskını 2003-2016 arasında FETÖ üzerinden uyguladılar.
Denizlerdeki gerileme ve donanmasızlık, imparatorluğun duraksaması ve çökmesi ile ardı ardına toprak ve can kayıplarına ve sonunda Anadolu’nun işgali ile neredeyse Türklerin tarihte ilk kez vatansız kalması aşamasına gelmesine sebep olmuştur. Sevr geçekleşseydi kızgın çöllerde çobanlığa düşecek Türk milletini, Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Kurtuluş Savaşı kurtardı. Türkleri Anadolu’da bir küçük cebe sıkıştıran ve Karadeniz’de 600 km kıyı veren Sevr Anlaşmasının Osmanlı Hükümeti tarafından imzalanmasından birkaç ay önce İngiliz Başbakanı Lloyd George anlaşma maddelerinin Parlamento’daki tartışması sırasında Osmanlı Deniz Kuvvetleri için şu konuşmayı yapar: (Gaston Gaillard, Turks and Europe) ‘‘Türkiye’nin bir donanmaya sahip olmasına izin verilmeyecektir. Türkler bir donanmadan ne bekleyebilirler ki? Bugüne kadar sahip olduklarında bile en küçük bir kullanma becerisi göstermediler. Hiçbir zaman yönetemediler.’’ Aslında bu sene 102. Yılını idrak ettiğimiz Lozan Barış Anlaşmasıyla yırtılıp çöpe atılan Sevr Haritası, emperyalizmin 18. Yüzyıldan itibaren Türklere biçtiği vizyonun bir yansımasıydı. Yunanistan’ın kurulması; 93 Harbi sonrası Kıbrıs’ın, Balkan Savaşlarında Ege Adalarının kaybı; İkinci Dünya Savaşı sonunda 12 Adaların Yunanistan’a bırakılması hepsi Türkiye’nin denizlerden koparılmasına yönelikti. Sevr haritası, açık deniz ve okyanuslardan koparılmış, her taraftan kuşatılmış, bir daha hegemonyaya asla tehdit olamayacak şekilde Türkleri karaya gömen bir haritaydı. Bu haritaya Türkiye önce Kurtuluş Savaşı ve Lozan Anlaşması ile daha sonra Montreux Sözleşmesi ve Hatay’ın Anadolu’ya katılmasıyla, 1974’te Kıbrıs Barış Harekâtı ve 2006 sonrası Mavi Vatan Doktrini ile gereken cevabı verdi. Ancak emperyalizm asla vaz geçmediğini Atatürk’ün vefatından sonra defaten yaşanan hamleler ile hatırlattı. Bugün de emperyalizmin inatçı tutarlılığını Suriye’den Libya’ya; Irak’tan Azerbaycan’a, Karadeniz’den Ege ve Doğu Akdeniz’e ABD, İngiltere, AB ve İsrail’in her türlü kışkırtma ve tehdidi ile yaşıyoruz.
Türkiye’nin 1946 sonrası küresel finans kapitali kontrol eden Avrupa-Atlantik blokta yer alması ve 1952 sonrası NATO üyeliği Anadolu coğrafyasını emperyalizm emrine sundu. Türkiye, kara cephesinde ucuza mal edilen askeriyle Sovyet tümenlerini durduracak; havada da gerekirse nükleer silahlar başta olmak üzere Washington planlarına göre verilen görevleri yerine getirecekti. Denizde Türkiye’nin görevi Karadeniz ile sınırlandırılmıştı. Emperyalizm, denizlerde ve okyanuslarda ilerde kendine rakip olabilecek yeni oyunculara tahammül etmez. Türk deniz gücü kıyılarda kalmalıydı. Bu durum içimizdeki karacı yönetici elitin de işine geldi. Örneğin, çevre denizlerde NATO sorumluluk sahaları tahsis edilirken, Ege ve Doğu Akdeniz’i Yunanistan’a bırakacak kadar aymazlık içinde kaldık. Eğer 1963 Kıbrıs krizi ortaya çıkmasaydı, NATO’nun ışıltısıyla büyülenmiş Türkiye yöneticileri, Akdeniz ve Ege’de deniz tatbikatı yapmayı bile düşünemeyecek duruma gelmişlerdi. Deniz Kuvvetlerinin uyanışı Kıbrıs’ta 1963 kanlı Noel’i ile başladı ve 11 yıl sonra Türkiye, 20 Temmuz 1974 günü emperyalizm karşısında Kurtuluş Savaşından sonra ikinci zaferini elde etti. O gün emperyalizmin Türkiye’yi güneyden kuşatmasına son verildi. Artık Deniz Kuvvetleri için Ege ve Akdeniz’deki hayati hak ve çıkarların korunması ve geliştirilmesi gereken en önemli ve öncelikli değerlerdi. Diğer yandan Anadolu 1000 yıldır maalesef denizcileşememiştir. Atatürk dönemi hariç devlet, hiçbir zaman denizci olamamıştır. Bu nedenle devlet aygıtımız hariciye kurumumuz dahil denizci düşünememektedir. Burada iç ve dış dinamikler rol oynamaktadır. Dış dinamikler içinde NATO baş rolü oynamaktadır. Mavi Vatan kavramı her yönü ile NATO’nun Türkiye’ye biçtiği rolün çok önündedir. Zira tamamen ulusal çıkarlara odaklıdır. Bu yönü ile finans kapital ve Amerikan neocon ekolün bir hizmetkarı olan NATO Türkiye’nin Akdeniz ve Ege’de kendi çıkarları hilafına hareket etmesine asla destek olmaz. O nedenle NATO üyeliğimiz devam ettiği sürece Ege ve Doğu Akdeniz sorunları çözülemez.
Türkiye’nin jeopolitiği Soğuk Savaş sonrası köklü bir zihinsel dönüşüm geçirdi. Ancak 2000’lerin başında Türkiye hâlâ kara ağırlıklı bir güvenlik anlayışına sahipti. Ege’deki ABD ve AB himayesindeki Yunanistan’ın bitmeyen emrivakileri, Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin ve KKTC’nin haklarının gasp edilme girişimleri, enerji rekabeti ve Karadeniz’de değişen dengeler paralelinde Montrö Sözleşmesine saldırılar özellikle deniz jeopolitiğinde yeni bir stratejik bakış açısını zorunlu kıldı. Bu değişim sayesinde akan yıllar içinde Türkiye, sadece donanma alanında pek çok yönden deniz uygarlığına sahip ülkeler arasına girebilecek gelişme ve kazanımları elde etti. Bu dönem 1994 sonrası Oramiral Güven Erkaya ile birlikte ‘’Açık Denizlere Doğru’’ doktrini üzerinden donanmanın gelişimini her yönde tetikledi. Bu başarı grafiği Cumhuriyet Donanmasının gerek Ege ve Akdeniz’de ganbot diplomasisi; Karadeniz’de ise donanma diplomasisi üzerinden etkin kullanımı ile kuantum........
© Veryansın TV
