Kıta gücü ve deniz gücü dengesinin değişimi
Cem Gürdeniz yazdı…
Yüzyıllar boyunca deniz gücüne sahip olanlar dünya düzenini belirledi. Tarih boyunca gereken teknolojiyi ve insan gücünü yetiştirerek denize çıkabilen uluslar yerkürenin yeni zenginliklerine karadaki engellere muhatap olmadan erişebildiler. Küresel erişim, küresel güçleri doğurdu. İster adada ister kıtada yani kara coğrafyasında oluşsun deniz güçleri okyanusa çıkabildiği andan itibaren gücün doruğuna eriştiler. Böylece deniz imparatorlukları ortaya çıktı. Rakipleri daima kıta imparatorlukları oldu. Her ikisini kurmayı başaran imparatorluklar da olsa da son sözü daima denizde güçlü olan söyledi. Kıta imparatorlukları kısa ömürlü olurken, denize çıkan ve geri dönmeyen güçler kalıcı üstünlük sağladı. Gezegenin coğrafyası, tarihin akışı ve ulusların karakteri jeopolitik ortamı kendiliğinden oluşturdu ve ortama uygun senaryolar ortaya çıktı. Ancak her senaryoda belirleyici unsur yine denizler oldu. Gücünü denize dayandırmayan her imparatorluk sonunda çöktü. Büyük İskender karada güçlüydü. Deniz imparatorluğu kuramadı. Tarihin en uzun imparatorluğu sayılan Roma İmparatorluğu Akdeniz’in tamamı ve Atlantik kıyılarıyla İngiltere adasının bir kısmına hâkim olmakla birlikte bu yayılmayı kara gücü ile elde etti ancak bölündü. Moğollar Avrasya steplerinden denize çıkmadılar. Asya’nın ipek ve baharat yolunu kontrol ederek ekonomik gücü kontrol ettiler. Denize çıkmadılar ve 100 yılda dağıldılar. Bugünkü AB’nin genetik kodlarının sahibi Kutsal Roma Cermen İmparatorluğu da deniz imparatorluğu kuramadı. Osmanlı İmparatorluğu kıtasal imparatorluk olarak üç kıtada etkili oldu ancak Akdeniz dışında diğer okyanuslarda deniz varlığı gösteremedi. Çöküşü denizden gelen istilalarla gerçekleşti.
Diğer taraftan 19. yüzyıl başında Protestan İngiltere’nin denizleri kontrol süreci başlamıştı. Denizci ve deniz devleti, yavaş yavaş deniz imparatorluğuna dönüşüyordu. Teknoloji, insangücü, üretim gücü ve sermayesi ama en önemlisi üsler zinciri ile Admiralty (Amirallik) adı altında kurumsal bir stratejik aklı vardı. İstediği yer ve zamanda deniz ticaret rotalarını kesebiliyor, abluka uygulayabiliyor, rakibin ticaretini mahvediyordu. 18 yüzyıl sonunda sitim ve zemberekli saati bulunca bir de üstüne 19. Yüzyıl başında Fransa ve İspanya’yı yani iki kıta devletinin donanmasını Trafalgar’da yok edince 100 yıl sürecek Pax Britannica veya tam anlamıyla deniz imparatorluğu dönemini yaşadı. Dünya Okyanus ve denizlerini kontrol eden güç olarak yüzyıllar boyunca kıtadaki rakiplerini başarılı bir şekilde engelledi ve dünya ticaretinin ve küresel denizciliğin bugüne kadar devam eden kurallarını dayattı. Ticaret, denizcilik gücünü geliştirecek alt yapıyı ve zenginliği üretiyordu. Nasıl ki ünlü Prusyalı stratejist Clausewitz (1780-1831) ‘’On the War –Savaş Üzerine’’ eserinde güçlü devlet olmak için halk, hükümet ve askeri güç ‘’üçlüsünün’’ vaz geçilmezliğine vurgu yapıyorsa, Amerikan deniz gücü teorisyeni Amiral Mahan da ‘’ulusal zenginlik, ticari güç ve deniz gücü’’ üçlüsüne vurgu yapıyordu. Bu yönü ile deniz gücü sadece jeopolitiği değil aynı zamanda jeoekonomiyi de destekler. Mahan’ın söz konusu üçlüsünün yanına bugün kültürel ve teknolojik ekosistemler de eklenebilir. İngiltere’nin yüzyıllarca rakibi olan Fransa en güçlü döneminde yani 14. Louis zamanında Colbert gibi bir deniz stratejisti bakanın varlığına rağmen denizde İngiltere’yi geçememişti. Bunun temel nedeni askeri gücü ile ticari gücünün kıtada aşırı jeopolitik hedeflere odaklanarak karada gereksiz savaşlarla yıpranmasıydı. Fransa o dönemde teknolojide İngiltere’den bazı alanlarda çok daha ileri olmasına rağmen kara yolu ile yayılmayı deniz yolu ile yayılmaya tercih edince sonuçta Amerika kıtası ve Hindistan’daki sömürgelerini İngiltere’ye karşı kaybetmişti. Halbuki Colbert, Fransa’nın zenginleşmesi için ticaretin ve donanma gücünün artışını desteklemiş ve bu alanda önemli reformlar yapmıştı. Hollanda da benzer tuzaklara düştü. Sadece ticaret ve ekonomik zenginliğe odaklandı. Güçlü bir donanmanın ticaret ve ekonomik zenginlik ekosisteminin devamlılığı için gerekli olduğunu ihmal etti. İngiltere, askeri güç ile desteklenen ve idame edilen bir ticaret sistemi yarattı. Ticaret sistemi 7. Henry’nin yün ticaretine; güçlü donanma ise Cromwell cumhuriyetinin attığı temellere dayanıyordu. Kurdukları sistem 1945’e ve en sonunda 1956 yılına kadar dayandı.
Ada ülkesi İngiltere’nin deniz imparatorluk mirasını, artan nüfusu, üretim ve teknoloji gücü, Protestan ahlakına dayalı ticaret gücü, sivil savaş sonucu ulusal bütünlüğünü sağlamış olması ve en önemlisi okyanus jeopolitiğine dayalı coğrafyası ile 20. Yüzyıl başında ABD devralmaya başladı. İki akraba devlet arasındaki hegemonya devir teslimi 1890 yılında başladı ve tam anlamıyla 1956 yılında tamamlandı. Bu süreç çatışma ve rekabet yaşanmadan tamamlandı. ABD deniz imparatorluğunu Pax Americana dediği deniz hegemonyasına dönüştürdü. Hegemonyasını 21. Yüzyıl başına kadar iki yolla dayattı. Birincisi kendisine rakip olan veya olacak devletleri çevreleyerek, parçalayarak, rejim değişikliği yaparak etkisiz hale getirmeye çalıştı. İkincisi küresel deniz ulaştırması için kritik olan düğüm noktalarına yakın yerlerde deniz üsleri kurarak ya da ittifak sistemleri üzerinden Amerikan ateş gücünü caydırmak ve önlemek için hazır tuttu. ABD, 20. yüzyıl ortasında İngiltere’den devraldığı deniz hegemonyasını kendi imparatorluğunu sürdürmek için uzun süre korudu ve soğuk savaşı kazandı. Deniz merkezli düzen ABD jandarmalığında güven ve emniyet içinde çalışırken kendisine karşı çıkanları ateş gücü, siyasi ya da ekonomik gücü ile yok ediyordu. Yani denizde bir nevi mafya düzeni kurulmuştu. Doların, kendilerine göre tarif edilen demokrasinin, liberal kapitalizmin, IMF, Dünya Bankasının dayattığı ekonomik sistemi kural temelli dünya paradigması içinde sunarken ticaret yollarını açık tutuyordu. Deniz güçleri aynı zamanda denizden elde ettikleri servet birikimini kıta devletlerini ekonomik savaş, ambargo, abluka ile yıpratmak için ya da kıta devletinin siyasetçileri ve devlet adamlarını satın almak için kullanırlardı. ABD soğuk savaşta tam da bunları yaptı.
Bugün denizlerin gerek insan hayatı gerekse jeopolitik gelişmeler üzerindeki etkisi artarak devam ediyor. Zira insanoğlu dörtte üçü deniz suyu ile kaplı bir gezegende yaşıyor. Dünya nüfusunun yarısı sahillerde yaşarken, küresel üretimin üçte ikisi kıyılarda gerçekleşiyor. Dünya ekonomisinin atardamarı küresel ticaretin yüzde doksanı denizi kullanıyor. Enerjinin önemli bir kısmı deniz diplerinden elde ediliyor ve deniz ulaştırması ile naklediliyor. Haberleşmenin neredeyse tamamına yakını denizaltı kablolarına bağlı. Kısacası bugünün dünya düzeni deniz merkezli olmaya devam ediyor. Bu düzen insanlığa bir yandan fayda sağlarken diğer yandan ABD’nin deniz gücünü, geçmiş hegemonların yaptığı gibi emperyalizm aşamasına geçen kapitalizmin savaş ve yıkım gücü olarak kullanmasına olanak sağladı.
ABD, Soğuk Savaş sonrası donanmasını küçülttü, ticaret filosunu ihmal etti, tersane kapasitesini kaybetti. Bugün Amerikan donanması 291 gemiyle tarihinin en zayıf dönemlerinden birini yaşıyor; benzer şekilde gemi inşa yetenekleri altyapısı ciddi gerilemeye girdiğinden en yakın ve önemli rakibi Çin’in çok gerisinde. ABD’nin özellikle 11 Eylül 2001 sonrası İsrail jeopolitiğine öncelik vererek yanlış stratejilerle kıta paradigmasına kayması deniz hegemonyasını zayıflattı ve kıtasal güçlere alan açtı. Zayıf rakipler karşısında sonsuz savaşlar döngüsüne girdi. Kendi girişimi olan küreselleşmeyi korumacılık, tarifler savaşı ve yaptırımlarla zayıflattı. Diğer yandan Çin’in 21. Yüzyıl başından itibaren denize çıkışı ve teknolojideki devrimler geleneksel kıta ve deniz jeopolitik teorilerini değiştirdi. Özellikle 1990 sonrası Çin, klasik kıta devleti refleksinden çıkıp Mahan’ın üçlüsünü (ekonomik büyüklük, ticaret ağları, donanma gücü) benimseyerek tarihte eşi görülmemiş bir hızla denizcileşti. Bugün, 750’den fazla savaş gemisine, 8500 ticaret gemisine ve 1200’e yakın tersane ile dünyanın en büyük gemi inşa kapasitesine sahip. Dünyada dakikada 1600 konteyner (kutuyük)hareket halinde ve bunun yarısına yakını Çin limanlarında ya yükleniyor ya boşaltılıyor. Dünyada inşa edilen tüm gemilerin P’ye yakını Çin’de üretiliyor. ABD, 1920 tarihli Jones Act (Kanunu) sayesinde kendi tersanecilerini koruyor ama korunacak tersane sayısı hızla azalıyor. Amerikan Donanma Bakanının ifadesi ile ‘’Çin, bir yılda ABD’nin 7 yılda ürettiği gemiyi üretebiliyor.’’ Soğuk savaş başında ABD donanmasının 11 askeri tersanesi vardı. Günümüzde ise askeri tersane kalmadı. 7 civarında sivil tersane var. Bu sayı Çin’de birkaç düzine. ABD’de bugün mevcut 154 sivil tersane savaş durumunda savaş gemisi üretimine yönelebilir. Çin’de ise bu sayı 1200 tersane. ABD’nin diğer bir sorun alanı nitelikli deniz piyade ve denizci er/erbaş bulma sorunu. Bunun yanına tersanelerde çalışacak ciddi eleman sıkıntısı........
© Veryansın TV
