menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

ABD’nin sonsuz savaşları ve kaçınılmaz çöküşü

66 39
previous day

Cem Gürdeniz yazdı…

ABD askeri gücü, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Kore’den Vietnam’a, Irak’tan Afganistan’a uzanan süreçte trilyonlarca dolar harcadı ama savaşlar sonucunda kalıcı bir zafer elde edemedi. Pentagon, artık kesin zaferler peşinde koşmak yerine, sürekli devam eden düşük yoğunluklu çatışmalarla varlığını meşrulaştırmaya çalışıyor. Bu durum zafer ve siyasi kazanç yerine, sürekli savaş maliyeti üretiyor. Bugün Ukrayna ve Ortadoğu’daki doğrudan desteklediği savaşlarda da aynı döngü tekrarlanıyor. Askeri harcamalar artıyor, fakat stratejik sonuç elde edemiyor. ABD ekonomisi, askeri gücü ve en önemlisi iç cephedeki kaçınılmaz çöküşünü geciktirmek için her türlü önlemi alıyor. Ancak uygulanan şablon Roma İmparatorluğu veya Britanya İmparatorluğunun kaçınılmaz sonunu getiren şablondan farklı değil. Kontrol dışı askeri harcamalar, idame deneyeceği kadar askeri cephe açarak kaçınılmaz sona doğru ilerliyorlar. Örneğin 2025 için 885,7 milyar dolarlık Pentagon bütçesi denetimsiz biçimde faaliyet gösteriyor. Yurt içi ve dışında 5000’e yakın üsse sahip askeri yapı, 2018’den bu yana her yıl başarısız denetim raporları almasına rağmen Amerikan Kongresi, 2026 yılı için 1 trilyon dolarlık savunma bütçesini onayladı. Borç stokları 37 trilyon dolara erişen ABD artık doların gücünü dışarıya tahvil satışları üzerinden bile kullanamıyor. Ekonomik gerileme aşamasına giren ABD çareyi savaş ekonomisinde arıyor. ABD, 2017 yılında terörle küresel savaş paradigmasını terk ederek büyük güçler rekabet dönemini ilan etmesinden 2 yıl sonra Orta Menzil Nükleer Silahlar (INF) anlaşmasından çekildi. 5 yıl sonra Zelensky’i Rusya karşısında büyük bir zafere inandırarak Rusya Ukrayna savaşını adeta teşvik etti. 2022 yazında savaş başladıktan 5 ay sonra İstanbul Anlaşması ile ateşkes ve barış sürecinin başlama olasılığının arttığı bir anda komedyen tipli İngiliz Başbakanı tarafından barış sürecinin sabote edilmesine sessiz kaldı. 7 Ekim 2023 sonrası başlayan İsrail Hamas çatışması üzerinden Gazze’de yaşanan soykırıma sadece kayıtsız kalmadılar aksine hem siyasi hem de askeri yardım çerçevesinde destek oldular. Olmaya devam ediyorlar. 13 Haziran 2025 tarihinde başlayan İsrail İran çatışmasında her zamanki gibi donanma ve hava kuvvetleri unsurları ile Siyonizm’e tam destek verdiler. Daha da ileri giderek İran topraklarına fiilen saldırdılar. Gazze’deki soykırımı meşrulaştırdılar ve böylece temsil ettiklerini söyledikleri sözde batı medeniyetini soykırım ve ölüm kültürüne ortak ettiler. Son 3 yılda yaşananlar ABD’deki neocon, Siyonist, Evanjelist ortaklar ile finans kapital emrindeki teknoloji oligarşisi, istihbarat ajansları, askeri endüstri, medya ve düşünce kuruluşları ortaklığının gerçekte hem ABD hem İsrail jeopolitiğine hizmet ederken aynı zamanda küresel finans kapitalin, savaş, borç, silah alım döngüsünü canlı tuttuğunu görmekteyiz. Bu arsız ve ahlaksız yapı Türkiye dahil her ülkede siyasetçileri, askerleri, akademisyenleri satın alarak döngünün devamını sağlamaya devam ediyor. Bu döngüde ABD ordusu, hegemonya üretmekten çok kendi bütçesi ile dost ve müttefiklerine maliyet üretiyor. Yani askerî müdahaleler, hedef ülkelere sözde özgürlük ve demokrasi getirmek yerine, o ülkeleri ve müttefikleri ABD’nin ekonomik ve askeri sistemine bağımlı hale getiriyor. Bu aldatma ve yalan süreci ABD ve peşindeki batı dünyasının güvenilirliğini yerle bir ediyor. Hele hele Umman’da İran ABD Nükleer Enerji görüşmeleri devam ederken bunun 13 Haziran 2025 İsrail ön alıcı İran saldırısını maskelemek olduğunun ortaya çıkması ABD’yi tarihte örneği görülmemiş derecede küçük düşürdü. Başta Moskova ve Pekin olmak üzere küresel güney ülkeleri Trump ve ABD’yi artık güvenilir bir muhatap olarak görmüyor. Liderlikte yaşanan bu zafiyetler ABD’nin gerileme sürecini hızlandırıyor. Kısacası Soğuk Savaş sonrası kurulan tek kutuplu düzen artık yok. Sorun kurulmakta olan çok kutuplu düzende ABD’nin yerini nasıl alacağıdır. Bu çerçevede Ukrayna’daki Rus ilerleyişi, Avrupa’nın stratejik felci ve ABD’nin İsrail üzerinde zayıflayan baskı gücü, dünya siyasetinde yeni bir dönemin başladığını gösteriyor.

Avrupa Ukrayna Savaşı başladıktan sonra Rusya’yı ancak Hitler rejiminin İkinci Dünya Savaşında yaptığına benzer şekilde şeytanileştirdi ve bu savaşın devam etmesi için her şeyi yaptı. 80 yıl önce amaç komünizmi ortadan kaldırmaktı. Bugün amaç tamamen farklı. Rusya’nın tamamen parçalanarak küçük devletlere bölünmesi ve sonsuz kaynaklarının finans kapital emrine verilmesi ve bunu yaparken ABD’nin kenar kuşak jeopolitiğine hizmet edebilmesi amaçlanıyor. Ancak Trump bu süreçte oyunu kısmen bozuyor. Zira Trump Avrupa’nın bunu kendi insan gücü ve finansı ile yapmasını istiyor. Ayrıca Çin cephesine hazırlık ve İsrail jeopolitiğine tam destek verebilmek için ciddi külfet paylaşımına ihtiyaç duyuyor. Trump 2025 Alaska zirvesinde Rusya’yı tekrar büyük güç olarak tanıdı ve Ukrayna Rusya savaşının sonuçlandırılması sorumluğunu Rusya’nın ateşkes yerine barış anlaşması tezine yanaşarak üzerinden atmaya gayret etti. Ancak muharebe sahnesinde tamamen lehinde olan koşullar devam ederken Rusya kesin siyasi sonucu yani Zelensky rejiminin tamamen tasfiyesine kadar savaşa devam edecektir. Bu durum ucuz Ukrayna kanı üzerinden Rusya’nın sürekli savaşta tutulması hedefini benimseyen Avrupa için de tercih edilen bir durumdur. Finans kapital ve 500 yıllık sömürgeci geleneği temsil eden Avrupa için savaşın durdurulmasının önemi yoktur. Önemli olan savaşın devam etmesidir. Bu sayede Almanya başta olmak üzere pek çok eski sömürgeci refah devleti silahlanmaya büyük bütçe aktarımı yaparak; mecburi askerlik sistemine geri dönüş de dahil olmak üzere savaş dönemine hazırlık tedbiri almaya gerekçe üretecektir. Sorun refah devletinden güvenlik devletine dönüşümdür. Örneğin bu kapsamda Almanya, 2011’de kaldırdığı zorunlu askerliği geri getiriyor. Her yıl 55.000 genç orduya çağrılacak. Lüneburg’da Avrupa’nın en büyük silah fabrikası açılıyor. Ayrıca hibrit tehditlere ve siber saldırılara karşı bir Ulusal Güvenlik Konseyi kurulacak. Başbakan Merz: “Bu, yalnızca ordu değil toplum reformudur” diyor. Almanya’nın “Zeitenwende” adını verdiği 100 milyar euroluk savunma fonu, bu durumun çarpıcı bir örneğidir. Fonun çoğu Lockheed Martin ve Raytheon gibi Amerikan şirketlerine gidiyor ve böylece Alman endüstrisi değil Amerikan savunma endüstrisi kazanıyor. Aynı durum Polonya için de geçerlidir. ABD’den Abrams tankları, HIMARS sistemleri satın alıyor. Peki 2.Dünya Savaşı sonrası ABD’nin bir nevi sömürgesine dönüşen askeri düşünce yapısı dahi kontrol altına alınan piyasa ekonomisi, geniş refah ağı (sosyal güvenlik, sağlık, emeklilik), düşük askerî harcamalar ve NATO şemsiyesi altında güvenlik garantileri ile tipik bir refah toplumuna dönüşen Almanya tekrar militarizme dönebilir mi? Genelde toplum kimliğini refah ve demokrasi üzerine inşa eden Alman Hükümetleri yeni nesil gençleri askerliğe ve son tahlilde finans kapital dünyanın çıkarları uğruna savaşa ve ölmeye razı edebilir mi? NATO içinde şişirilen Rusya tehdidi üzerinden ABD’nin külfet paylaşımını Almanya’ya devretmesi, Berlin’i “Avrupa’nın güvenliğinin omurgası” olmaya zorlayabilir. Ancak bu kolay değildir. Alman gençliğinin zorunlu askerlik ve güvenlikçi söyleme vereceği tepki, bu dönüşümün kaderini belirleyecektir. Eğer halk direnirse, “güvenlik toplumu” söylemi devlet elitleriyle sınırlı kalabilir. Diğer yandan zaten ekonomisi küçülen enerjide ABD’ye bağımlılığı artan ve sanayisizleştirilen Almanya’da güvenlik harcamaları refah politikalarını kısarken, toplumsal huzursuzluğun artması planlanan militarizasyonu geciktirebilir. Bu arada Z kuşağı genelde askerliğe soğuk bakıyor. (` askerliğe karşı.) Bu koşullarda dahi Avrupa Ukrayna’ya barış gücü değil, saldırıya hazır caydırıcı güç göndermeyi planlıyor. Ancak bu gücü fiilen sahada oluşturacak durumda değiller. Ne Almanya ne İngiltere ne de Fransa Rusya onay verse bile (ki bu imkânsıza yakın) Ukrayna için hazır insan gücüne sahip değil. Avrupa, 20. Yüzyılda iki dünya savaşından sonra bu kez NATO içinde ABD’nin vekili olarak üçüncü kez kendi kendine zarar verme yoluna giriyor. Ancak Avrupa’nın ABD desteği olmasa da İngiltere desteği ile kışkırtabileceği sorun alanları menüsü hazır. Ukrayna’dan sonra, Transdinyester ve Gagavuz Cumhuriyeti üzerinden Moldova; ya da Kaliningrad oblastına yönelik bir kışkırtma üzerinden Litvanya yeni Ukrayna yapılmaya çalışılıyor. Ancak Avrupa ABD desteği olmadan kışkırtmaları başlatsa da sonuç alamaz.

ABD savaş makinesi sürekli savaşlar üzerinden işleyen ve tüm devlet kurumlarında bağımlılık yaratan tüketim aracına dönüşmüştür. Bu yönü ile ABD’nin askerî gücü, dost ve müttefiklerini korumaktan çok onları sürekli savaşlar içine çekerek kendi sistemine bağımlı hale getiriyor. Bugünlerde ABD ve AB temsil ettikleri küresel finans ve askeri endüstrinin saldırgan militanı Netanyahu’nun son günlerdeki İran’a yönelik “rejimi devirelim” çağrısı, bölgede yeni bir sıcak çatışmanın işareti olarak okunuyor. Eylül 2025’e işaret eden senaryolara göre, olası bir saldırı hızla çok cepheli bir savaşa dönüşebilir ve Trump’ı istemeden savaşın içine çekebilir. Zira ABD dış politikasında İsrail faktörünün belirleyiciliği her açıdan artık somut gerçeğe dönüşmüştür. Trump‘ın çevresindeki kurmay heyetinin tamamına yakını her türlü önceliği İsrail’e vermektedir. Kongre ve Senatoda kendilerine sadık kişilerin çok yüksek oranda olması nedeni ile Netanyahu İran’a yönelik atacağı adımlarda bağımsız davranabilmektedir. Ancak bu duruma rağmen İsrail, İran füzelerine karşı hava savunma gayretlerine katkı sağlayan Amerikan uçak gemileri ile Aegis sınıfı muhriplerin Kızıldeniz ya da Akdeniz’de bulunmasını bekleyecektir. Diğer yandan yeni bir İsrail-İran savaşı hızla çok cepheli hale gelebilir; İsrail’in saldırısı Hizbullah, Irak’taki Şii milisler ve Husilerin misillemesini tetikleyerek ABD’yi de çatışmaya çekebilir. İsrail’in bu yeni savaşta hedefi olasılıkla 12 Gün Savaşında eksik kalan, İran nükleer tesislerine ek zarar verme, Suriye’de geride kalan İran varlığının tamamen tasfiyesi, Lübnan Hizbullah’ına kalıcı darbe ile Golan çevresinde stratejik kazanımlarını ilerletmeyi hedefleyebilir. Ancak bu süreç, ABD’yi de uzun vadeli bir batağa sürükleyebilir. İsrail ilk günlerde 12 gün savaşında olduğu gibi İran’ın askeri ve nükleer tesislerine ağır zarar verebilecek kapasiteye sahip olsa da İran’ın asimetrik savaş kapasitesi devreye girdiğinde çatışma hızla çok cepheli hale gelir. Özellikle elindeki yoğun balistik ve hiper sonik füze kapasitesini İsrail’e çok büyük zarar verecek şekilde kullanabilir. İsrail bu süreçte elindeki hava savunma füze stoklarını eritebilir ve ABD’nin eline muhtaç olur. Ancak ABD’nin de özellikle THAAD, Patriot ve SM/2/3/6 stoklarının eksikliği bu durumu daha da vahim bir duruma sürükleyebilir. Diğer yandan İsrail dünyada her geçen gün en çok yalnızlaşan ve nefret edilen parya bir devlete dönüşmektedir. Askeri alanda........

© Veryansın TV