menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

İslamcılık Cereyanı Neden Çözüm Üretemedi?

11 0
yesterday

Osmanlı Devletinin gerileme ve çöküşüne giden süreçte devleti kurtarmak, İslam dünyasını toparlamak, toprak kayıplarının önüne geçmek için birçok kurtuluş düşünceleri ortaya çıktı. Bunların en önemlilerinden biri şüphesiz ki İslamcılık cereyanı idi. Günümüzde dahi varlığından bahsedilen ve İslamcılık olarak tanımlanan düşünce akımı, ne yazık ki, bidayetinden günümüze, sadra şifa bir çözüm üretemediği gibi, hemen her alana getirdiği yorumlarla yozlaşmanın hızlanmasına neden oldu. Kısacası İslamcılık bidayetinden günümüze sorunlara bir çözüm üretemedi.

Günümüzde İslamcılık üzerine yapılan tartışmalarda, İslamcılık eleştirisi yapılmasını yadırgayan İslamcılar, geçmişte seleflerinin yaptığı hataların İslamcılığa mâl edilmesine karşı çıkmaktalar, İslamcılığın köklerini çok daha gerilere götürmekteler. Biz de -âcizane- Müslümanların, İslam dünyasının çok sıkıntılı bir döneminde zuhur eden İslamcılığın, sorunlara çözüm üretememe nedenlerini irdelemeye çalıştık. Kanaatimizce ilk gününden bu zamana, aynı nedenlerden dolayı İslamcılık sorunlara çözüm üretememektedir.

Peki, İslamcılık cereyanı sorunlara neden çözüm üretemedi?

1- Devlet merkezli oluşu

Tanzimat’ın ilanından sonra, Osmanlı siyasal aklı yüzünü Batıya dönmenin gerekli olduğu kanaatine vardı. Osmanlı siyasal aklının amacı devleti çöküşten kurtarmaktı. Tanzimat’ın ilanının sebebi de bu düşüncesinin eseri idi. Dönemin aydın entelektüellerinin tamamı ve aynı zamanda askeri ve politik erkân, devletin kurtulması için yapılması gereken zaruri ıslahatları tespite çalışmış, hepsinin tek gayesi devletin çöküşten kurtulmasını sağlamaya çalışmak olmuştur.

Dolayısıyla dönemin araştırmacıları için ilk İslamcılar diye tanımlanan ve bizim de ilk nesil İslamcılar dediğimiz Genç Osmanlılar da, tek gaye olarak devleti kurtarmanın yollarını aramıştır. İlk nesil İslamcılarla başlayan devlet merkezli düşünce, değişen siyasi, iktisadi ve içtimai hadiseler karşısında, kendilerine özgü gerekçelerle mecburen İslam’ın muhkem naslarını tevil etmek, asrı hazıra göre yeniden yorumlamak zorunda kalmıştır. İslamcılık ilk bidayetiyle birlikte, devlet merkezli bir kurtuluş düşüncesi olarak kendisini göstermiştir.

I. Meşrutiyetin ilanı da, Tanzimat’ın ilanında öngörülen zaruretler çerçevesinde ilan edilmiş, yeni parlamenter ve anayasal düzen fikri, yine devletin bekasını merkeze alacak şekilde ortaya çıkmıştır. En çok tartışılan mesele, “Müslümanların meclisinde gayrimüslimler olabilir mi?” üzerinde yaşanmıştır. Bu soruya gerek fıkıh külliyatı, gerek Peygamber sünneti, gerekse o zamana kadar birikmiş müktesebat cevaz vermemesine rağmen, dönemin ilmiye sınıfı, “Devlet Bekası” öne sürülerek ikna edilmiştir.

II. Abdülhamid’in meşruti yönetime son vermesi ve meclisi kapatmasının sebebi de, “Devlet Bekası” gerekçesine dayanmıştır. Abdülhamid’e göre, meclisteki tartışmalar, çekişmeler, kamplaşmalar, mebusların birbiriyle olan münakaşaları, zaten zor durumda olan devleti içinden çıkılmaz bir girdaba sürüklemekte, yaklaşan Rus tehdidine karşı devlet yönetilemez hale gelmiştir.

Gerek Abdülhamid ve çevresinin gerekse muhalefetin ortak söylemi, “Devlet Bekası” üzerine bina edilmekte, İslamcısından Batıcısına, iktidarından muhalefetine her kesim devleti kurtarmak gerektiği kanaatine sahip olmuştur. Bu kadar yoğun ve baskın devlet merkezli düşünce özellikle İslamcılar tarafından sahiplenilmiştir. “Ne olursa olsun, nasıl olursa olsun, kim kurtarırsa kurtarsın, fakat devlet çöküşten kurtarılmalı” düşüncesi temel bir çıkış noktası olmuştur.

İlk olarak Yusuf Akçura’nın, daha sonra ise Said Halim Paşa’nın ortaya attığı “Üç Tarzı Siyaset” teorisi de devletin çöküşten nasıl kurtulabileceğine dair tartışma zeminini hazırladı. Türkçülerin de, Batıcıların da, İslamcıların da tek hedefi vardı o da “Devletin Bekası” idi. Fakat özellikle İslamcılar, II. Meşrutiyet sonra tamamen devlet merkezli bir düşünceye sahip oldular.

II. Meşrutiyetin ilanı ve Abdülhamid’in tek adam iktidarına son verilmesiyle birlikte hürriyet ortamının oluşması, İslamcıların da fikirlerini neşriyat yoluyla açıkça söyleyebilmelerine imkân tanıdı. Bu dönemin bütün İslamcıları, Mehmed Akif, Elmalılı Hamdi, Said Halim Paşa, Mustafa Sabri, Manastırlı İsmail Hakkı, İzmirli İsmail Hakkı, İskilipli Atıf Hoca, Mehmed Fatin, Musa Kazım, Said Nursi, Mardinizade, Eşref Edip, Tahirül Mevlevi ve daha adını sayamayacağımız onlarca İslamcı, devletin bekasını savunan neşriyatta bulundu. Oysa devlette artık İslam’ın belirleyiciliği ortadan kalkmış, laikleşmiş, halife dahi devlet memurlarından bir memur seviyesine indirilmişti.

Devlet siyasi, iktisadi, hukuki, içtimai olarak değişip dönüştükçe, her geçen gün Avrupai bir tarza büründükçe, İslamcılar da devletle birlikte değişti........

© Venhar Haber