TÜRK DÜNYASI TÜRKÇESİ (DİLİ VE EDEBİYÂTIYLA) BİR BÜTÜNDÜR
“Azerbaycan’ın Ankara Büyükelçiliği’ne Bağlı Azerbaycan Kültür Merkezi ile Gazi Üniversitesi’nin İşbirliği’nde 1 Mart 2025 tarihinden îtibâren Türkiye’de Azerbaycan Dili Kursları Dersleri”nin başlatılacağına ilişkin bir ilân metni medyaya “arz-ı endam” etmiştir.
Biz bu makâlemizde, son derece üzücü ve can sıkıcı mevzûbahis olan bu durum karşısında, Türkçe merkezli târihî Türk dilinin umûmî seyri ile Türkçe mihverli Azeri Türkçesinin veçhesi ve mâhiyeti üzerinde durağız.
Evvelâ belirtelim ki; böyle bir ilân vermek, Türkiye ve Azerbaycan resmî ve sivil müesseseleri bakımından ne büyük bir tâlihsizlik ve ne yaman bir tenâkuzdur. Bu ilâna baktığımızda, Azeri Türkçesinin “sanki bir yabancı dil imiş gibi” sunulmuş olduğunu görüyoruz. Bu ilânı hazırlayanlar, acaba Azeri Türkçesinin batı Türkçesi sahasının doğu, Türkiye Türkçesinin de aynı şekilde batı kolu şubesini teşkilinden habersiz midirler?
Türk Dünyası’nın ortak alfabeye geçmeye karar verip hazırlıklara başlandığı bir esnâda böyle bir teşebbüste bulunulması çok mânîdar ve o ölçüde de düşündürücü olmuştur. Bu sebeple işte bu makâle, “Türkiye’de Azerbaycan Dili Kursları Dersleri” diye böyle şuûrsuz adımı atan ve “Adriyatik’ten Çin Seddi”ne kadar büyük Türk milletinin gönlünü inciten alâkalı makamlara bir cevap niteliğindedir.
Konuşma ve yazı dili olarak dünyânın en eski, târihî ve kadîm; en işlek ve gelişmiş coğrafî sahaya sahip; en zengin, en ince, nezîh ve kibâr; en köklü, ilim, kültür ve medeniyet dillerinin başında gelen Türkçenin alelâde bir kavîm dili gibi gösterilmesi asla kabûl edilemez. Öyle inanıyoruz ki, böyle bir cür’eti gösterenler, Türklüğün mâ’şerî vicdânında ebedîyen mahkûm olacaklardır.
Türkçe Türlüğün Alâmet-i Fârikası
Bilindiği gibi, umumî olarak Türk milletinin kadîm geçmişi ile târihî seyir içerisinde yaşamış olduğu coğrafyalardaki varlığı Türkçenin çeşitli şûbelerini meydâna getirmiştir. Türkiyât bilginleri tarafından bunlar; Azeri Türkçesi, Başkurt Türkçesi, Çağatay Türkçesi, Çuvaş Türkçesi, Doğu Türkistân-Uygur Türkçesi, Horasan Türkçesi, Kazak-Kazan-Kırım-Tatar Türkçesi, Kıpçak Türkçesi, Kırgız Türkçesi, Orhun Göktürk-Türkçesi, Özbek Türkçesi, Türkistan Türkçesi, Türkmen Türkçesi, Harezm Türkçesi, Karahanlı Türkçesi, Selçuklu Türkçesi, Eski Anadolu Türkçesi, Osmanlı Türkçesi, Türkiye Türkçesi… gibi adlar ile adlandırılmışlardır. İlk Türkçe devri, orta Türkçe devri ve bugünkü Türkçe devri bu minvâl üzere akıp giderken; şive, ağız ve hatta lehçe farklılıkları ayrı bir dil mâhiyetini hiçbir zaman teşkil etmemiştir. Türkçenin hangi devri olursa olsun bu hep böyle devam etmiştir. Şu hâlde Türkçe, yeryüzündeki en büyük dil ailesini meydana getiren Türklüğün alâmet-i fârikasıdır.
Tükçe Hiçbir Millet Diliyle Mukayese Edilemez
Bu husûsta Türk dilinin büyük âlimi Reşid Rahmeti Arat, “Türk Lehçe ve Şiveleri” ile “Türk Milletinin Dili” başlıklı makâlesinde, Türkçenin hiçbir milletin dili ile mukayese edilemeyecek çapta büyük bir dil olduğuna işâret etmiştir:
“Milli bağ olarak Türk dilinin oynadığı rolü belki diğer dillerin hiçbiri oynamamıştır, denilebilir. Bir dereceye kadar belki Arap dili bu husûsta Türk dili ile mukayese edilebilir. Fakat bu dilin rolü de gerek yayılış sahası ve gerek türlü şive şekilleri bakımından, Türk Dili yanında çok silik kalmaktadır. Türk dili gerek tarihî devirlerde ve gerek bugün, çok geniş bir saha işgal eder. Bu dili konuşanlar idarî ve siyasî teşkilât bakımından, muayyen sınırlar içinde, bazan birbirinden oldukça ayrı kalmış ve muhtelif devirlerde kültür vasıtaları birbirinden oldukça farklı olmuştur; bilhassa hudutlarda oturanlar, birbirinden çok farklı milletler ve kültürler ile sıkı temasta bulunmuşlardır. Bütün bunlara rağmen, Türk camiasının çok ehemmiyetsiz bir farkla aynı dille konuştuğunu ve yazdığını düşünürsek Türk dilinin tarihteki rolü daha açık anlaşılmış olur.”[1]
Türk Şivelerinin Tasnifi ve Kavmî Birlik
Reşid Rahmeti Arat, “Türk Şivelerinin Tasnifi” ile alâkalı husûslarda da şunları ifâde etmiştir ki; bu, bizce de Türk dili târihi içerisinde Türkçenin bundan evvel olduğu gibi bundan sonraki inkiâfı ile birlik ve bütünlüğü açısından son derece ehemmiyetlidir:
“Türk şivelerinin tasnifi meselesi Türklük bilgisinin birbirine girift meselelerinden yalnız birini teşkil eder. Türklerde aile birliğini, ailelerin birleşmesinden husûle gelen soy birliğini, soyları içine alan boy birliğini ve nihâyet boyların topluluğu olan kavim birliklerini meydana getiren esâs unsurların tesbiti ve bu birlikler ile bu birliklerin birbirleri ile olan münâsebetlerinin Türk tarihi içindeki inkişâflarının takibi bugünün başlıca meselelerinden biridir. Türk dili, Türk edebiyatı, Türk tarihi ve umûmiyetle Türk kültürünün bir çok meseleleri bu husûsların aydınlanması ile yakından ilgili bulunmaktadır.”[2]
Türkçe Millî Birliğin Muhâfızı
Reşid Rahmeti Arat, dil bahislerindeki müşâhedelerinde kuvvetli “kavmi birlik” ile karşılaşılmasının millî bünyeleri muhkem tutan unsurun yine dilin kendisi olduğunu belirtmiştir:
“Kavmî birliğin esâsını teşkil eden unsurlardan biri de dildir. Onun için, Türk lehçe, şive ve ağızları bahis mevzuu olurken, kavmî birlik meselesi ile karşılaşılması ve bâzı husûsların bu birliklere göre izâha çalışılması tabi'î görülmelidir.”[3]
Türk Dilinin Umûmî ve Husûsî Mâhiyeti
Reşid Rahmeti Arat, târihi akış içerisinde dil bünyesindeki çeşitli gelişmelerin “umûmî” ve “husûsi” mahiyette tezâhür edebileceğini şöyle beyân etmiştir:
“Bir dilin umûmî bünyesine ve dolayısı ile onun bütün şûbelerine şâmil bir gelişmesi olduğu gibi yalnız ayrı şûbe hudutları içinde kalan husûsî bir gelişmesi de vardır. Bunlardan dilin bünyesine âit olânları -dilin inkişâf merhalelerini ve şûbelere âit olanları ise -şive guruplarını çerçevelerler.”[4]
Türk Dilinin Eskiliği ve İnkişâfı
Türk yazı dilinin eskiliği hakkında da........
© Ülkücü Medya
