Devlet Bahçeli’nin “İmralı” çıkışının stratejik ve jeopolitik okuması
Milliyetçi Hareket Partisi Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin grup toplantısında sarf ettiği “Gerekirse İmralı’ya da giderim” sözü, günlük siyasi tartışmaların penceresinden okunamayacak kadar derinlikli bir devlet aklı mesajıdır. Bu cümle ne bir pazarlık iştahı, ne bir yöntem değişikliği ne de meydan okuma retoriğidir. Bu söz, kırk yıldır Türkiye’nin ayaklarına vurulmuş bir prangayı kırmaya kilitlenmiş ulusal güvenlik aklının yeni faza geçtiğinin ilanıdır.
Bugün Türkiye terörle mücadelede kritik bir eşikte bulunuyor. Irak’ın kuzeyinde güç dengeleri değişirken, Zap-Avaşin hattında geri dönülmez çözülmeler yaşanıyor ve Kandil’de çöküşün psikolojik eşiği söz konusu. Suriye’nin kuzeyinde SDG/PKK ise ABD-Rusya arasında sıkışmış, dış koruyucu arayışının panik evresine girmiş durumda. Bu çözülme döneminde yapılacak en büyük stratejik hata, temas alanını Washington, Moskova veya Tahran gibi dış aktörlere bırakmaktır; çünkü sahada kazanılan üstünlük, masada kaybedilebilir. Bahçeli’nin çıkışı tam da bu riski bertaraf eden bir devlet refleksi olarak, Türkiye’nin hem sahayı hem masayı yöneteceğini ve sürecin üzerine kimsenin çökemeyeceğini net biçimde ortaya koymaktadır: Türkiye hem sahayı hem masayı yönetecek, kimse sürecin üzerine çökemeyecek!..
Bu cümleyi çarpıtanlara devletin zaman algısı yabancıdır.
Bu cümleyi kriminalize etmeye çalışanlara devletin zorunluluklarla örülü matematiği yabancıdır.
Türk Devletinin hafızasında kadim bir hakikat vardır: Müzakere gerekiyorsa bile, muhataplık hakkı asla yabancı bir güç lehine devredilmez!.. Selçuklu’dan Osmanlı’ya, oradan Cumhuriyet’e kadar devletin merkezî otoritesini, halkın güvenliğini ve toprak bütünlüğünü........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein