Öğretmen yetiştirmede nereye savruluyoruz?
Prof. Dr. İbrahim Aydın Balıkesir Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi Dekanı Türkiye’de öğretmen yetiştirmede ısrarla sürdürülen formasyon, oldukça yanlış bir uygulamadır. Günümüzde öğretmenlik, “kapısı açık ve girişi kolay” bir meslek hâline dönüştürülerek “Eğitimini aldığım alanda istihdam imkânı bulamadım, bari öğretmen olayım” noktasına gelmiştir! Lisans diplomalı gençlerimizden bazıları, pedagojik formasyon eğitimi alarak “atanamayan öğretmen belgeli insan” sayısını artırıyorlar. Bir yanda usta bulunamayan meslekler, bir yanda da ihtiyacın çok üzerinde eğitimli insan... Eğitim fakültelerinin sayısı azaltılmalı ve kontenjanları ihtiyaca göre tespit edilmelidir. Eğitim, neredeyse herkesin uzmanlık alanı! Bu konuda herkesin söyleyecek bir sözü vardır. Çünkü eğitim, insanlar için, ülkeler için oldukça önemlidir ve herkesi bir şekilde ilgilendirir. Eğitim; öğrenci, aile, okul ve sosyal çevre bileşenlerinden hem etkilenmekte hem de onları etkilemektedir. Eğitim, fertleri topluma hazırlar. Ülkelerin kalkınması nitelikli insan gücüyle, nitelikli insan da ancak iyi bir eğitim sistemiyle mümkün olabilir. Eğitim alanında, öğrenciden sonra başaktör öğretmendir. Millî Eğitim Bakanlığı’nın açıklamış olduğu ve TBMM’de görüşülmeye başlanan “Öğretmenlik Mesleği ve Millî Eğitim Akademisi Kanun Taslağı”, eğitimde bitmek bilmeyen “öğretmen yetiştirme” konusunu, tekrar hararetli bir şekilde gündeme getirmiştir. Sendikalar, STK’lar, eğitimciler ve eğitim fakültelerindeki akademisyenler, taslakla ilgili açıklamalarına devam etmektedirler. Aslında, ülkemiz, öğretmen yetiştirme konusunda farklı dönemlerde birkaç popülist uygulama (mektupla eğitim, hızlandırılmış eğitim, tüm lisans mezunlarını formasyonsuz öğretmen olarak atama vs. gibi) dışında, önemli bir tarihî geçmişe, akademik birikime ve tecrübeye sahiptir. 2547 sayılı Yüksek Öğretim Kanunu’nda değişiklik yapan, 20 Temmuz 1982 tarih, 41 sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile öğretmen yetiştiren bütün yükseköğretim kurumları üniversitelere devredilmiştir. Ülkemizde yeni bir yapı ve statüye kavuşan öğretmen yetiştirme işi, üniversitelerimize bağlı eğitim fakülteleri tarafından yürütülmektedir. Ayrıca, 1982’den bu yana yükseköğretim içinde yapılanan öğretmen yetiştirme kurumları, o günden bugüne akademik birikime sahip on binlerce akademisyen, fiziki altyapı ve akademik dokümana sahip olmuştur. Yine birçok eğitim fakültesinin birçok bölümü akredite olarak, uluslararası kalitesini ortaya koymuştur. Aslında çok önemli bir fonksiyonu olduğu hâlde kapatılan öğretmen liselerinden sonra mevcut liselerden mezun olup üniversite sınavından sonra eğitim fakültesini tercih eden her genç, o andan itibaren öğretmenlik mesleğini benimsemektedir. Eğitim fakültesine yerleşen genç, dört yıl, sekiz dönemde genel kültür ve alan dersleri dışında almış olduğu mesleki eğitim ve uygulama dersleriyle öğretmenlik mesleğini iyice içselleştirmektedir. Kampüslerin kafe gibi sosyal alanlarında vakit geçiren öğrenciler arasında, masada oturuşları, davranışları, giyim ve kuşamlarıyla, öğretmen adaylarını ayırmak zor olmamaktadır. Sonuç olarak şu cümleyi çok rahat bir şekilde kurabiliriz: “Öğretmen, eğitim fakültesinde yetişir.” FORMASYONDA ISRAR Öğretmen yetiştirmede ısrarla sürdürülen formasyon, oldukça yanlış bir uygulamadır. Yürürlükteki 7354 sayılı Öğretmenlik Meslek Kanunu’nun 4. maddesinin 2. fıkrasında, “Öğretmenler, öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumlarından ve bunlara denkliği kabul edilen yurt dışı yükseköğretim kurumlarından mezun olanlar arasından seçilir” ifadesi yer almaktadır. Bu maddedeki “öğretmen yetiştiren yükseköğretim kurumları”ndan kasıt, bugün itibarıyla, sadece eğitim fakülteleridir. Millî Eğitim Bakanlığı’nın her atama döneminde ilan ettiği öğretmen branşı ve kontenjanının ’ini, eğitim fakülteleri karşılamaktadır.
BARİ ÖĞRETMEN OLAYIM!
Eğitim fakültelerinde bulunmayan spesifik bölümlerle ilgili öğretmen ihtiyacı, 9 Sayılı Talim Terbiye Kurulu Kararı ile getirilen, “pedagojik formasyon”la karşılanması........
© Türkiye
visit website