menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Gerçeklik nedir?

6 0
previous day

Kuantum fiziğinin 100. yıldönümünde, uzmanlar tam olarak ne anlama geldiği konusunda fikir ayrılığına düştüler. Kesin olan şu ki, modern fizik gerçeklik anlayışımızı altüst ediyor.

Kuantum fiziği, akıllı telefonlardan lazerlere kadar günlük hayatımızdaki birçok teknolojide kullanılıyor. Ancak onu nasıl anlayacağımızı hâlâ tam olarak bilmiyoruz.

Albert Einstein, bir zamanlar kendi fikirlerini “aptalca” olarak tanımlayan, kendini eleştiren bir adamdı. Ancak bazı konularda görüşlerine son derece inatla bağlı kaldı ve biyografisinde en büyük yenilgisini arayan herkes, kaçınılmaz olarak gerçeğin ne olduğu sorusuyla karşı karşıya kalır.

Gerçekliğe modern fiziğin yardımıyla yaklaşıldığında, kuantum fiziğinin yorumlarının mayın tarlasına girilir. Nasıl saydığınıza bağlı olarak, yaklaşık 20 ila 30 ana varyant ve bunların içinde de varyasyonlar bulunur. Bunlar, aynı deneysel tahminleri yapmaları ancak farklı felsefi yorumlara izin vermeleri bakımından benzerdir. Kesin olan şu ki, modern fizik gerçeklik anlayışımızı sarsmıştır. Ancak kuantum mekaniğinin bu yılki 100. yıldönümünde bile, uzmanlar gerçekliğin doğası hakkında bundan ne gibi somut sonuçlar çıkarabileceğimiz konusunda hâlâ fikir birliğine varamıyorlar.

Merkezi bir unsur olarak şans

1925 yılında, Alman fizikçi Werner Heisenberg, Heligoland adasında, atomdaki süreçleri doğru bir şekilde hesaplayabilen ilk formülü yazdı. Atomda neler olup bittiğini henüz tam olarak anlamamıştı. Ama bu bir sorun değildi. Onun yaklaşımından ortaya çıkan yeni kuantum teorisi, mikrokozmostaki her deneyi doğru bir şekilde tahmin edebiliyordu. Ancak tahminler genellikle yalnızca olasılıklardan oluşuyordu. Böylece şans, teorinin temel bir bileşeni haline geldi.

Bu sadece matematiksel bir tanımlamanın özelliği miydi, yoksa gerçekliğin kendisi miydi? Atomda gerçekte neler oluyor? Bu ve bunu sormanın caiz olup olmadığı sorusu, Niels Bohr ve Albert Einstein arasında bir tartışmaya yol açtı. Bu tartışma, 1927’de Brüksel’deki Solvay Konferansı’nda doruk noktasına ulaştı. İkili, orada, yeni ortaya çıkan kuantum teorisinin önde gelen isimlerinin huzurunda konuyu tartıştı.

Bohr ve meslektaşları, özellikle de Werner Heisenberg, kuantum fiziğinin bir yorumunu geliştirdiler. Bu yorum, pratik formüllerin nasıl anlaşılabileceğini açıklamayı amaçlıyordu. Bu Kopenhag yorumu şöyle diyordu: Atomdaki süreçler tam olarak anlaşılamaz. Orada gerçekte ne olduğu henüz cevapsız. Şans sadece tanımın değil, aynı zamanda dünyanın da bir parçası. Teoriye hiçbir şey eklenemez. Einstein ise aynı fikirde değildi. “Yaşlı Adam”ın -yani Tanrı’nın- zar atmadığına ikna olmuştu. Ona göre daha fazlası olmalıydı.

“Kuantum dünyası diye bir şey yoktur”

Bohr, kuantum dünyasındaki sezgisel olmayan süreçler ile günlük deneyimimiz arasındaki bariz çelişkiyi, “Kuantum dünyası diye bir şey yoktur, yalnızca soyut bir kuantum fiziği tanımı vardır” diyerek çözmeye çalıştı. Böylece gerçekliğin ne olduğu sorusu bir kez daha belirsizliğini korudu. Yine de, kuantum fiziğinin Kopenhag yorumu hızla resmi doktrin haline geldi.

Bu tartışmalarla Einstein, Bohr ve meslektaşları, antik çağda hararetli tartışmalara yol açmış bir soruyu ele aldılar. Herakleitos, ünlü “panta rhei” (“her şey akar”) özdeyişiyle ünlü bir duruşu temsil ediyordu. Dolayısıyla gerçeklik, sabit bir durum değil, sonsuz bir değişimdir. Buna karşılık Parmenides, değişim ve........

© Turkish Forum