menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Ruhsuz Robot Savaşçılar – İnsanlığın Yeni Çağı

9 0
12.09.2025

Teknolojinin Eşiğinde İnsanlık

İnsanlık tarihi boyunca savaş teknolojilerinin evrimi, toplumsal örgütlenmelerin ve siyasal sistemlerin gelişimiyle yakından bağlantılı olmuştur. Taş ve bronz silahlarla başlayan bu süreç, Orta Çağ’da barutun kullanılması, 20. yüzyılda nükleer silahların ortaya çıkışı ve 21. yüzyılda dijitalleşmeyle birlikte köklü dönüşümler yaşamıştır. Her teknolojik sıçrama, yalnızca savaş meydanını değiştirmemiş, aynı zamanda uluslararası güç dengelerini, hukuk normlarını ve ahlaki anlayışları da dönüştürmüştür (McNeill, 1982). Bugün ise yapay zekâ, robotik ve lazer teknolojilerinin birleşerek oluşturduğu yeni savaş düzeni, insanlığın en kritik eşiklerinden birini teşkil etmektedir.

Yapay zekânın gelişimi, savaş alanında karar alma süreçlerini kökten değiştirmiştir. Geleneksel savaşlarda komutanın bilgiye erişimi sınırlıyken, günümüzde yapay zekâ sayesinde anlık büyük veri işleme kapasitesi elde edilmiştir. Bu durum, stratejik ve taktik kararların hızını ve doğruluğunu artırırken aynı zamanda insanın doğrudan savaş alanında bulunma zorunluluğunu da ortadan kaldırmaktadır. Böylece ortaya çıkan robot ordular, yalnızca insansız savaş araçları değil, aynı zamanda insan iradesinin uzantısı olarak işlev gören “ruhsuz savaşçılar”dır (Singer, 2009). Onlar için zafer ya da yenilgi kavramı yalnızca algoritmik çıktılardan ibarettir; oysa onları yöneten insan için bu kararlar hem etik hem de varoluşsal sonuçlar taşımaktadır.

Savaş teknolojilerindeki bu gelişmeler, yalnızca teknik bir ilerleme değil, aynı zamanda insan–makine ilişkisini yeniden tanımlayan bir dönüşümdür. Tarihsel olarak her yeni silah türü, önce üstünlük sağlamak amacıyla geliştirilmiş, ardından uluslararası düzeyde tartışmalara ve kısıtlamalara konu olmuştur. Örneğin Birinci Dünya Savaşı’nda kullanılan kimyasal silahlar, sonraki dönemlerde Cenevre Protokolü ile yasaklanmış; nükleer silahlar ise 20. yüzyılın ikinci yarısında caydırıcılık doktrinleriyle çevrelenmiştir (Price, 1995). Bugün ise otonom silahların uluslararası hukuk çerçevesinde nasıl ele alınacağı, devletler arası rekabetin gölgesinde hâlâ belirsizdir (Docherty, 2012).

Öte yandan, teknolojinin hızına yetişemeyen etik ve hukuki düzenlemeler, insanlığı büyük bir riskle karşı karşıya bırakmaktadır. Otonom sistemlerin karar alma süreçlerinde hata yapması, hedef ayırımı yapamaması ya da kötü niyetli aktörlerin eline geçmesi gibi olasılıklar, gelecekte küresel güvenlik krizlerine yol açabilir. Bu nedenle insanlığın önünde iki temel senaryo bulunmaktadır: Birincisi, yapay zekâ ve robot orduların etik ilkelerle sınırlandırıldığı ve barışa hizmet eden bir teknolojik düzen; ikincisi ise kontrolün kaybedildiği, yapay zekânın kendi çıkarları doğrultusunda hareket ettiği distopik bir gelecek (Bostrom, 2014).

Yapay zekâ, savaş alanındaki en kritik dönüşüm araçlarından biridir. Özellikle makine öğrenimi ve derin öğrenme algoritmaları sayesinde savaş sistemleri, büyük veri kümelerini işleyerek anlık kararlar verebilmekte, düşman hareketlerini öngörebilmekte ve dost unsurların koordinasyonunu optimize edebilmektedir. Bu, insan komutanların sınırlı bilişsel kapasitesine kıyasla devrimsel bir değişimdir (Horowitz, 2018). Yapay zekânın sağladığı hız ve doğruluk, hava savunma sistemlerinden insansız hava araçlarına kadar pek çok platformda etkin şekilde kullanılmaktadır.

Ancak bu teknolojik ilerlemenin beraberinde getirdiği riskler de göz ardı edilmemelidir. Yapay zekâ sistemleri, eğitim verilerindeki yanlılıklar nedeniyle hedef ayırımında hatalar yapabilir. Ayrıca algoritmaların “kara kutu” yapısı, bir kararın nasıl alındığını şeffaf biçimde ortaya koymayı zorlaştırmaktadır (Burrell, 2016). Bu durum, savaş hukukunun temel prensiplerinden olan sivillerin korunması ve orantılılık ilkelerinin ihlal edilme riskini artırmaktadır. Dolayısıyla yapay zekânın savaş alanına entegrasyonu, yalnızca askeri değil, aynı zamanda ahlaki ve hukuki bir sorundur.

Bununla birlikte, insan–yapay zekâ hibrit komuta yapılarının geliştirilmesi, riskleri azaltma konusunda bir çözüm olarak görülmektedir. Bu modellerde, yapay zekâ taktik düzeyde karar destek sistemi olarak çalışırken, nihai stratejik karar insanda kalmaktadır. Böylece hem hız ve doğruluk avantajı sağlanmakta hem de etik sorumluluk insana aktarılmaktadır (Cummings, 2017). Bu hibrit yaklaşım, günümüz ordularında giderek daha fazla benimsenmekte ve geleceğin standart modeli haline gelmektedir.

Özetle, yapay zekâ, savaş alanında devrimsel bir dönüşüm yaratmaktadır. Ancak bu dönüşümün yönü, tamamen insanlığın bu teknolojiyi nasıl kullandığına bağlıdır. Eğer yapay zekâ yalnızca hız ve üstünlük sağlamak amacıyla sınırsızca serbest bırakılırsa, uluslararası güvenlik ciddi tehditlerle karşı karşıya kalacaktır. Fakat etik çerçevede sınırlandırılmış ve insan denetiminde kullanılan bir yapay zekâ, savaşların yıkıcılığını azaltabilecek bir araç haline gelebilir.

Uzayda savaşın en önemli boyutlarından biri, uydu imhasıdır. Anti-uydu (ASAT) silahları, düşman ülkelerin haberleşme ve gözlem kapasitesini felç edebilecek güçtedir. 2007 yılında Çin’in gerçekleştirdiği uydu imha testi, bu alandaki yarışın ciddiyetini gözler önüne sermiştir (Moltz, 2019). Ancak bu tür eylemler, uzay enkazını artırarak tüm insanlık için risk oluşturmakta, sivil teknolojilerin de zarar görmesine yol açmaktadır. Bu nedenle ASAT silahlarının kullanımı, uluslararası hukukun öncelikli gündem maddelerinden biridir.

Bunun yanı sıra, Ay ve Mars gibi gök cisimlerinde kurulacak üslerin stratejik değeri de artmaktadır. Uzun vadede bu tür üsler, hem askeri lojistik merkezleri hem de enerji ve maden kaynakları için kontrol noktaları haline gelebilir. Dolayısıyla uzayda hâkimiyet, yalnızca dünyadaki savaşlarda üstünlük sağlamak için değil, aynı zamanda geleceğin enerji ve kaynak savaşları için de kritik önemdedir (Johnson-Freese, 2016). Bu durum, uzayı “insanlığın ortak mirası” olarak tanımlayan hukuki çerçevelerle ciddi bir çelişki yaratmaktadır.

Nihayetinde, uzayda lazer ve elektromanyetik silahların geliştirilmesi, geleceğin savaş teknolojilerinde önemli bir rol oynamaktadır. Bu tür silahlar, hem uydu imhasında hem de balistik füze savunmasında kullanılabilmektedir. Enerji temelli bu sistemler, sınırsız mühimmat potansiyeli ve yüksek hızları sayesinde geleceğin en etkili savaş araçları olarak görülmektedir (Grego, 2019). Ancak bu silahların yaygınlaşması, küresel güvenlik dengesini geri dönüşü zor şekilde bozabilir.

Lazer teknolojisi, modern savaşlarda giderek daha belirleyici bir unsur haline gelmektedir. Lazer silahlarının en önemli avantajı, ışık hızında etki gösterebilmesi ve hedefi neredeyse anında vurabilmesidir. Bu özellik, özellikle hava savunma sistemlerinde ve balistik füze karşı tedbirlerinde devrimsel bir potansiyel yaratmaktadır. ABD ve İsrail gibi ülkeler, lazer tabanlı hava savunma sistemlerini aktif olarak test etmektedir (Kopp, 2007). Bu gelişmeler, gelecekte füze tehditlerinin çok daha düşük maliyetlerle bertaraf edilebileceğini göstermektedir.

Lazer silahlarının bir diğer kritik özelliği, enerji temelli olmalarıdır. Geleneksel mühimmatın aksine, lazer silahlarının mühimmat kapasitesi enerji kaynağı ile sınırlıdır. Bu da onları pratik olarak “sınırsız mühimmat” sağlayan sistemler haline getirmektedir. Özellikle deniz platformlarında nükleer enerjiyle çalışan gemiler, lazer silahlarının ideal taşıyıcılarıdır. Böylece bir savaş gemisi, onlarca ya da yüzlerce saldırıyı kesintisiz biçimde püskürtebilir (Federation of American Scientists, 2018). Bu durum, savunma doktrinlerini kökten değiştirme potansiyeline sahiptir.

Bununla birlikte lazer silahlarının sınırlılıkları da bulunmaktadır. Özellikle atmosferik koşullar, lazer ışınlarının etkinliğini düşürmekte ve menzili kısıtlamaktadır. Sis, yağmur ya da duman gibi çevresel faktörler, lazer ışınlarının hedefe ulaşmasını zorlaştırabilmektedir. Ayrıca yüksek enerji gereksinimi, bu sistemlerin küçük platformlarda kullanımını sınırlamaktadır (Grego, 2019). Dolayısıyla lazer silahları henüz tüm savaş alanlarını domine edecek düzeye ulaşmamış, ancak stratejik niş kullanım alanlarında devrimsel bir etki yaratmıştır.

Dolayısıyla lazer teknolojisi, savaşın doğasını değiştirme kapasitesine sahiptir. Hem savunma hem de saldırı amaçlı kullanımlarıyla geleceğin savaş alanlarının merkezinde yer alacaktır. Ancak bu teknolojinin yaygınlaşması, aynı zamanda küresel güvenlik dengelerini de bozma riski taşımaktadır.........

© Turkish Forum