menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Kimlik, Medya ve Ayrımcılık: ROK–Defne Samyeli Tartışması

8 0
22.08.2025

Medyanın günümüzde üstlendiği rol, yalnızca haber aktarmakla sınırlı değildir; aynı zamanda toplumsal algıların şekillendirilmesi, kimliklerin tanımlanması ve siyasal söylemlerin dolaşıma sokulması açısından da kritik bir işleve sahiptir. Türkiye’de televizyon ve sosyal medya figürleri, kamuoyunu belirli eksenlerde kutuplaştırma veya yönlendirme gücüne sahip aktörlere dönüşmüştür (Habermas, 2001). Kişisel kariyerlerini kışkırtıcı ve ayrıştırıcı söylemler üzerine inşa eden medya figürlerinin, toplumda nefret, öfke ve kimlik temelli düşmanlıkları tetikleyici etkileri göz ardı edilemez. Rasim Ozan Kütahyalı’nın Defne Samyeli hakkında sarf ettiği sözler, bu sürecin güncel ve somut bir örneği olarak dikkat çekmektedir (Bora, 2018).

Kimlik tartışmaları, Türkiye’nin tarihsel bağlamında her zaman merkezi bir yerde durmuştur. “Türk mü, Türkiyeli mi?” sorusu, yalnızca bireysel beyanlar üzerinden değil, devletin ulus inşası sürecinden günümüze uzanan çok katmanlı bir mesele olarak ele alınmalıdır (Ahmad, 1993). Bu tartışmanın kişisel düzlemde yürütülüyor gibi görünmesi, onu apolitik veya önemsiz kılmaz; aksine bireylerin kimlik beyanları, geniş toplumsal yapıların kırılganlıklarını açığa çıkarır. Kütahyalı–Samyeli polemiği, Türkiye’nin laiklik, eşitlik ve ulusal birlik anlayışının sorgulandığı bir kesit olarak değerlendirilebilir.

Medya aracılığıyla üretilen söylemler, psikolojik düzlemde bireylerde öfke, savunma veya aidiyet duygularını tetiklerken, sosyolojik olarak “biz” ve “öteki” ayrımını keskinleştirmektedir (Freud, 1921/2011; Eriksen, 2010). Bu ayrım, kimi zaman mezhepsel, kimi zaman etnik, kimi zaman da kültürel hatlar üzerinden ilerlemekte ve toplumsal çatışma potansiyelini artırmaktadır. Özellikle Kütahyalı gibi figürler, bu çatışmaları kendi medya görünürlüğünü pekiştirmek amacıyla araçsallaştırmakta ve bireylerin birbirine karşı duyduğu güveni zedelemektedir (Fromm, 1994). Defne Samyeli’nin verdiği cevap ise, bireysel kimliğini savunmanın yanı sıra toplumsal birlik ve saygı çağrısı olarak okunabilir.

Olayın Çözümlemesi

Rasim Ozan Kütahyalı’nın Defne Samyeli’yi hedef alan söylemleri, yalnızca kişisel bir tartışma olarak görülmemeli; aksine medya ve toplumsal algı dinamiklerinin kesişiminde ortaya çıkan çok katmanlı bir olaydır (Bora, 2018). ROK’un,
Samyeli’nin “Türkiyeli değilim, Türk’üm” açıklamasını çarpıtması ve bunu etnik–mezhepsel bir tartışmaya dönüştürmesi, bireysel kimlik beyanlarının toplumsal kutuplaştırma aracı hâline gelmesini göstermektedir. Medya figürlerinin bu tür manipülasyonları, toplumsal algıyı yönlendirmek ve kamuoyunda tartışma yaratmak için sıklıkla kullanılan stratejilerdendir (Habermas, 2001).

Kütahyalı’nın Samyeli’ye yönelik mezhep ve köken üzerinden yaptığı spekülasyonlar, bireyin özel yaşamına dair asılsız iddialar üretmekte ve toplumsal bir imaj oluşturma çabasını yansıtmaktadır (Özbudun, 2015). Hukuki açıdan bakıldığında, TCK 125. ve 216. maddeleri, bu tür söylemleri cezai yaptırım kapsamına alabilecek hükümler içermektedir. Kişilerin dini veya etnik kökenlerini hedef alan ifadeler, hem hakaret hem de halkı kin ve düşmanlığa tahrik suçu olarak değerlendirilebilir (TCK, 5237). Dolayısıyla olay, hukuki açıdan da bir sınav niteliği taşımaktadır.

Samyeli’nin verdiği yanıt ise toplumsal birlik ve eşitlik vurgusu taşımakta; bireyler arasında hiyerarşik bir ayrım yapmadığını göstermektedir. Bu yaklaşım, Türkiye’nin kapsayıcı ulus-devlet anlayışının ve Cumhuriyet değerlerinin bir tezahürü olarak okunabilir (Ahmad, 1993; Bora, 2018). Samyeli’nin açıklamaları, farklı kimlikleri kucaklayan bir vatandaşlık perspektifini yansıtırken, Kütahyalı’nın söylemleri medyanın etik krizini ve bireysel çıkarlarla toplumsal kutuplaştırmayı nasıl birleştirebildiğini ortaya koymaktadır (Habermas, 2001).

Olayın çözümlemesi, medya, hukuk ve toplumsal etik arasındaki bağlantıyı anlamak açısından önemlidir. Kütahyalı örneğinde görüldüğü gibi, medya figürleri kimlik temelli söylemleri kullanarak hem kendi görünürlüklerini artırmakta hem de toplumsal gerilimi beslemektedir (Fromm, 1994). Bu durum, bireylerin bilinçli tercihlerinden ziyade duygusal reflekslerle hareket etmesine ve toplumsal güvenin zedelenmesine yol açmaktadır. Samyeli’nin yanıtı ise, bu tür manipülasyonlara karşı bireysel ve toplumsal sorumluluğun nasıl ortaya konabileceğini gösteren bir modeldir.

Olayın psikolojik boyutu da önemlidir. Ayrıştırıcı ifadeler, toplumda “biz” ve “öteki” algısını güçlendirebilir; bu da grup psikolojisi bağlamında saldırganlık ve öfke duygularını tetikleyebilir (Freud, 1921/2011). Kütahyalı’nın söylemleri, bu dinamikleri bilinçli biçimde kullanırken, Samyeli’nin........

© Turkish Forum