menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

ATATÜRK’Ü ÖZLEYİŞ

7 2
20.07.2025

Mustafa Kemal Paşa 9 Eylül günü Belkahve’ye geldi. Bir incir ağacının altında Kadifekale’de şanlı bayrağımızın dalgalandığı İzmir’i uzun uzun seyretti. Yunan gemilerinin yanında Amerikan, İngiliz ve Fransız savaş gemileri körfezdeydi. Hava kararıncaya kadar burada kaldı.
Geceyi geçirmek için Nif’e (Kemalpaşa) döndü. Ruşen Eşref Ünaydın buradaki manzarayı Mustafa Kemal’e atfen kitabında şöyle anlatıyor:
“Seni, bir iki basamak merdivenle çıkılan o evin kapısından içeri girdiğinde, başları beyaz örtülerle sımsıkı sarılı köy kadınları karşıladılar. Yedi sekiz kadın… Gölgeler gibi çekingendiler. Seni o dar girişte görünce, yerlere doğru eğildiler; sarılıp dizlerinden öptüler; başörtülerinin ucu ile çizmelerinin tozlarını aldılar, bir ikisi o tozları gözlerine sürdüler! Ve onların gözlerinden senin çizmelerine yaşlar damladı. Sen onları ağır başla selamladın. Onlar senin önünde el bağladılar, yaşlı gözlerle sana uzun uzun baktılar. Bu el bağlayışlar, bu susuşlar sana bir sonsuz minneti ve hayranlığı bin sözden ne kadar daha iyi anlatıyordu.” (Ruşen Eşref Ünaydın, ‘’Atatürk’ü Özleyiş (Hatıralar)’’, Kültür Bakanlığı Yayınları, 2001.)

***

Atatürk; yanında Mareşal Fevzi (Çakmak) Garp Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Paşa, Garp Cephesi Kurmay Başkanı Asım (Gündüz) Paşa ve karargâhı ile 10 Eylül 1922 günü İzmir’e geldi. Burada Fahrettin (Altay) Paşa ile buluşarak doğruca Hükümet Konağına gitti. İzmirliler kurtarıcılarını büyük bir törenle, sevinç ve coşkunlukla karşıladılar. İzmir Hükümet Konağı balkonundan, Konak alanını hınca hınç dolduran İzmirlileri, selamlayarak kısa bir konuşma yaptı:
Bu zafer milletindir!…”

‘’Başkumandan, düşmandan kurtardığı İzmir’de geçireceği ilk geceyi yaşıyordu. Zengin bir sofra hazırlandığı halde ufak tefekle karnını doyurdu ve geç vakitlere kadar çalıştı. Ertesi sabah erkenden uyandık. Hafif bir kahvaltıdan sonra vilayet konağına gittik. Vali, İngiliz konsolosuyla konuşuyordu. Biz gelince, ayağa kalktı ve konsolos ile Mustafa Kemal Paşa’yı tanıştırdı. Konsolos iyi Türkçe biliyordu. Paşa, valiye sordu: ‘’Konu nedir?’’
Vali anlattı: ‘’Sayın konsolos, İngiliz tebaası vatandaşlarla Rum ve Ermeni azınlığın güven altında olup olmadığından endişeleniyorlar. Kendilerine herkesin güven altında olduğunu bildirdim.’’
Mustafa Kemâl Paşa, konsolosun Türkçe bildiğini biliyordu. Buna rağmen kendisine valiyi muhatap aldı: ‘’Ee, peki daha ne istiyormuş?’’
Bu soruya konsolos Türkçe cevap verdi: ‘’Tebaamız için Hükümetinizden yazılı teminat istiyorum.’’
Mustafa Kemâl Paşa: ‘’Ne yani, Yunanlılar zamanında siz, tebaanızı daha mı emniyette görüyordunuz?’’
Konsolos kasılarak: ‘’Evet, dedi. Yunanlılar buradayken tebaamızı daha emniyette görüyorduk.’’
Mustafa Kemâl Paşa: ‘’O halde buyurun tebaanız ile birlikte Yunanistan’a gidin efendim.’’
Konsolos: ‘’Yani majestelerinin hükümetine savaş mı açıyorsunuz?’’
Mustafa Kemâl Paşa: ‘’Siz kiminle neyi konuştuğunuzu biliyor musunuz? Ben, Millet Meclisi’nin Başkanı ve Türk Orduları Başkumandanıyım. Savaş açmaya da barış yapmaya da tam yetkiliyim. Peki, siz kimsiniz? Hükümetiniz adına savaş ve barış görüşmelerini yapmaya yetkili misiniz? Böyle bir yetkiniz varsa görüşelim. Yoksa (eliyle kapıyı gösterdi) buyurunuz dışarıya!’’
Konsolos, Mustafa Kemâl Paşa’nın son sözü üzerine sapsarı kesildi ve tek kelime söylemeden kapıdan çıktı, gitti.
Mustafa Kemâl Paşa, adamın arkasından Vali’ye döndü: ‘’Bunlara yüz vermeyin Vali Bey! Bir donanma önünde pısacak, bir blöf karşısında yelkenleri suya indirecek bir devletçik sanıyorlar bizi. Küstahlık derecesine bakın, Barut kokan bir odada adamın sorduğu şeye bak! Savaş halinde değiliz sanki. Bana savaş mı açıyorsunuz, diye soruyor!’’

***
Birkaç saat sonra, İngiliz........

© Turkish Forum