Minarelerdeki Fısıltı: Tahran’da Dans Eden Mossad Ajanı
Bu bir roman değil.
Bu bir hayal ürünü değil.
Bu, savaşı silahlarla ya da dronlarla değil; sessizlik, cazibe ve zehirli bir kalemle değiştiren bir kadının tüyler ürpertici, kalp durduran gerçek hikâyesidir.
Adı Catherine Perez-Shakdam’dı.
Karanlığa sarılmış bir paradokstu; attığı her adım, kadere meydan okuyan bilinçli bir tercihti. Paris’te seküler bir Yahudi ailede doğdu, ama damarlarında Yemen’in antik çölleri, şiirleri ve sırları yankılanıyordu. Ortadoğu uzmanıydı, jeopolitiğin labirentine yabancı değildi. Zihni fay hatlarının bir haritasıydı: Sünni ve Şii, Fars ve Arap, güç ve ihanet.
Ve sonra düşünülemeyecek olanı yaptı.
Şii İslam’a açıkça geçti. Siyah çadoru omzuna attı; Londra’nın taş kaldırımında, sonra da Tahran’da sessizce sürüklendi kumaşları. İmam Humeyni’yi öyle bir huşuyla alıntılardı ki, din adamlarını bile ağlatabilirdi. Kum’un kutsal sokaklarında başını eğerek yürüdü; Farsçası kusursuz, duaları ritmik, varlığı ise sarsılmazdı.
Ama İslam Cumhuriyeti’ne methiyeler düzen mürekkepli parmaklarının, generallerin eşleriyle bakışan peçeli gözlerinin ardında bir hançer gizliydi.
Ve bu hançer, Mossad tarafından bilenmişti.
Catherine, Tahran’a ne bombalarla girdi ne de şifreli telsizlerle. O, bir düşünür olarak geldi, bir gazeteci, bir şair, sadakati sözcüklerle dokuyabilen bir kadın. Yazıları Press TV’de yayımlandı, her cümle devrime övgüyle dokunmuş bir ilahiydi. İmzası Tehran Times’da yer aldı; nesri pürüzsüz, bağlılığı sorgulanamazdı. En ürpertici olanıysa, kelimeleri bizzat Ali Hamaney’in resmi internet sitesinde yankı buldu, rejimin dokunulmaz kudretine adanmış dijital bir tapınakta.
Bu bir tesadüf değildi.
Bu, cerrahi hassasiyetle yürütülen bir sızmaydı, stratejik ve yıkıcı.
Yazdığı her makale bir ağın ipliğiydi, ustalıkla örülmüş. Tahran’ın sokaklarının ritmini çalıştı: minarelerden yankılanan ezanlar, çarşı kafelerinde çınlayan çay bardakları, kuşatma altındaki bir milletin fısıltılı paranoyası. Bu nabzı taklit etmeyi öğrendi. Çadoru zırhı oldu, kalemi kılıcı. O, Hollywood tipi bir casus değildi, ne trençkot ne gizli buluşma noktaları. O, açıkça yürüyen bir hayaletti; her hareketi bir oyun, her sözü bir silahtı.
Birlikten, direnişten, İslam Cumhuriyeti’nin kutsallığından bahsetti.
Ama asıl hedef kitlesi binlerce kilometre........
© Turkish Forum
