Aklımdan geçenler, gönlüme düşenler (3)
“Aklımdan geçenler, gönlüme düşenler” yine birikti. Seri 3 oldu.
Sosyal medyada paylaştığım, duygu yüklü, toplumsal ve bireysel çürümeye dikkat çeken, dostluk ve vefa üzerine kurulu yazılarımı artık burada da siz değerli okuyucularımla buluşturuyorum. Herkes kendinden ve yaşadıklarından bir payı bu yazılarda bulacaktır.
AY IŞIĞININ “SANA VEFAM VAR” SESLENİŞİ
Günün yorgunluğunun biriktiği bir gece vaktiydi.
Köyümde, ay ışığının vurduğu dağ yamaçlarını izliyordum.
Sert rüzgârın yarattığı serinlik, ruhumu okşar gibiydi.
Sanki dağ yamaçlarıyla aramdaki perde kalkmış da, ışık hüzmeleri beni kendine çekiyordu.
Ve adeta “Sana vefam var” diyen bir samimiyet, ay ışıklarıyla beni çepeçevre sarıyordu.
Öylesine aydınlıktı ki, o manzarayı adeta elimle tutmak istedim.
Sanki “uzat elini” diyen gizli bir ses yankılanıyordu.
O an, içime tarifsiz bir huzur yerleşti.
Ruhum, tam da Yahya Kemal Beyatlı’nın dizelerindeki gibi, “Zihnim bu şehirden, bu devirden çok uzakta” diye sitem ettiği günlerde, ay ışığının keskin ışıltısı gönlüme şifa gibi akıyordu.
Ne güzel bir ilaç olmuştu o gece.
O gece bir daha gelir mi, bilinmez.
Keşke o anın içinde zamanı hep durdurabilsem.
O gecenin huzuruyla uykuya daldım.
Uyandığımda ise zihnim, yine bu şehre ve bu devre olan uzaklığımı sorgulamaya başladı.
Ay ışığının getirdiği huzur gitmiş, gündüzün kasveti yavaş yavaş çökmeye başlamıştı.
Belki de bu sorgulamanın tekrar geleceğini hissettiğim için, zamanı hep o geceye sabitlemek istedim.
O ay ışığı içinde duyduğum, huzur veren “Sana vefam var” seslenişini gönlümün hazine kutusuna sakladım.
O hazine ise hep korunacak.
Fakat hayatın can sıkıcı gerçekleri, gölgen gibi peşini de bırakmıyordu.
Asıl trajedi, maskelerini takıp “Sana vefa borcum var” diyen ikiyüzlü yüzlerde gizli değil miydi?
Yüzüne vefa masalları okuyan, arkandan her şeyi bahane ederek itibar, şahsiyet ve karakter çukurunu kazmıyor muydu?
O kazma ve kürek, aslında hep kendi çukurlarını kazıyordu, farkında bile olmadan.
Maddi alanda kazanıyor gibi görünürken, manevi alanda neleri kaybettiklerini idrak edecek şuurları bile kalmamıştı.
Belki de o kaybettikleri değerlerin karakterlerinde bulunmasını istemiyorlardı.
O da bir tercih; bu hâl, belki kendini bilme hâlidir.
Hâliniz ne olursa olsun, bizimle asla maskeli, riyakâr, ikiyüzlü bir dostluk ilişkisi kurmaya çalışmayın…
Biz her şeye rağmen dosdoğru olacağız.
Bizi bile kendinize karşı bozamayacaksınız.
Hepinizin ruh hâlini, sizi utandıracak kadar iyi biliyorum.
Çağrım şudur: Ya susun, ya da bizi konuşturun. Karar sizin!
1 Eylül 2025
TENCERE YUVARLANMIŞ, KAPAĞINI BULMUŞ
Bu deyim genelde uyumlu bir birlikteliği tarif etmek için kullanılır.
Ancak çoğu zaman, olumsuz bir durumla dalga geçmek için de söylenir.
Tencerenin karakteri ile kapağın karakteri, aynı fabrikadan çıkmış gibi birbirine benzer olduğunda yuvarlanıp birbirini bulmaları da kolay olur.
Çevrenizde bu tür insanlara sıkça rastlarsınız.
Olayların ve davranışların akışıyla yuvarlana yuvarlana birbirini bulan bu tipler, çoğu zaman korkuları, menfaatleri ve yozlaşmış karakterleriyle adeta bir mıknatıs gibi birbirini çeker.
Uzaktan bakıldığında tencere ile kapağın ölçüleri farklı görünebilir; aralarında rekabet var gibi hissedilebilir ama yakından incelendiğinde aslında kusursuz bir uyum içinde oldukları anlaşılır.
Zaafları aynıdır: Para, makam ve sıfat…
İkisini de bir arada bulduklarında yaşadıkları çoğu zaman bir “güç zehirlenmesi”dir.
Zehirlendikçe tencerenin de kapağın da rengi değişir.
İçlerinde pişirdikleri şey ise başkalarına adeta besin zehirlenmesi yaşatır.
Böylece değer yargısı olan birçok şeyi öldürürler.
Kalplerinde biriken kiri, karakterlerindeki şeytan tohumlarını yüzlerinde yansırken görmek zor değildir.
Karakterlerine, yaşamlarına bakmadan büyük hayaller kurarlar.
O hayalleri gerçekleştirmek için çabalamayanları ise hemen düşman ilan ederler.
Zamanında gerçekleştirdikleri hayaller, gözlerinde küçülmüş hâle gelir.
O küçük gördükleri hayallere ulaşmalarını sağlayanları ise unutur, hatta sürekli inkâr ederler.
Çünkü onlar için herkes yalnızca “kullanışlı bir figür”dür.
Bu yüzden asla yolda kalmazlar: Otostopçu gibi bir arabadan inip diğerine binerler. Kimi zaman lüks bir otomobilde, kimi zaman bir kamyonda, kimi zaman bir motosiklet üzerinde rastlarsınız onlara. Yeter ki gidecekleri yere ulaştıran bir araç bulunsun.
Senin emeğini onlar için mecburiyet, kendi yaptıkları en küçük fedakârlığı ise büyük bir külfet olarak görürler. Dünyanın tapusunu kendilerine layık görürken, sana bir köyü bile çok görürler. Çünkü çoktan “dünya benim etrafımda dönüyor” düşüncesiyle şizofren bir hâle bürünmüşlerdir. Oysa fır fır dönen sadece kendi karakterleridir. Karakterleri bu kadar savrulmasa, geldikleri yeri bilmenin şükrünü, duasını ve minnetini taşırlardı.
Neyse ki artık başımızı bir oraya bir buraya çevirmiyoruz.
Çünkü yine bir “tencere yuvarlanmış, kapağını bulmuş” vakasıyla karşı karşıyayız.
Hadi bakalım; büyük hayallerin küçük adamları sahneye çıktı, eğlence başlasın!
Bu arada… Davetiye kaç........





















Toi Staff
Sabine Sterk
Gideon Levy
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
Daniel Orenstein
John Nosta
Rachel Marsden