Muktedir olmak ne menem şeydir?
"Atina halkı, yöneticilerinden şiddetle şikayetçiydi ancak onları nasıl görevden alacaklarını bilemiyorlar, tartışmalar sonucunda net bir çözüm de üretilemiyormuş.
Bir gün Antisthenes konuşmak için kürsüye çıkmış: Atinalılar, size bir önerim var: Bir kararname ile bütün eşekleri at olarak ilan edelim ve onlara artık eşek demeyelim, sadece at diyelim.
İçlerinden biri sormuş: Peki, bunun bize ne yararı olacak?
Antisthenes yanıtlamış: Yeni yöneticiler konusunda anlaşamıyorsanız, en azından eşekler tarafından yönetilme utancından kurtulmuş oluruz."
Eşekler tarafından yönetilmeyi mizahi ve hiciv diliyle anlatan bu ironik yazı Ahmet Atam’dan(1).
Yeri gelmişken Tarkovsky’nin Solaris filminden bir replik:
Ingmar Bergman’a, ‘Gidişat kötü, dünya nasıl kurtulacak?’ diye sorduklarında ‘Utanç’ diye cevaplamış: ‘Dünyayı bir tek utanç kurtarabilir!’
Bu sözü bir kenara not edelim mi?
Muktedir olmak ne menem şeydir?
Gerçek muktedir; korkuyla değil, güvenle hükmedendir. Adaletle yürüyen, adımları halkın duasına değendir.
Tarih boyunca nice hükümdarlar, sultanlar, başkanlar gelip geçmiştir. Kimi adını altın harflerle yazdırmış, kimi ise sadece zulmüyle anılmıştır. Zira iktidar geçicidir, ama muktedirliğin ardında bıraktığı iz kalıcıdır,Mustafa Kemal Atatürk gibi.
O,
“Millete efendilik yoktur; hizmet vardır. Bu millete hizmet eden onun efendisi olur.” diyor.
Ama muktedir olmak, yalnızca iktidarı elde etmek değil, onu elden bırakmamak üzerine kurulu bir sanat gibi. Bu sanatın ustaları, halkı yönetmekle kalmaz, düşüncelerini biçimlendirir, duygularını sınırlandırır, hafızasını yeniden yazar, zira onun için hakikat değil algı esastır:
Gerçek, şekillendirilebilir bir hamur gibidir; medyayla yoğrulur, eğitimle kalıba dökülür, dinle mühürlenir.
O, sadece konuşan değil, neyin konuşulacağını da belirleyendir:
Bilginin yerine inancı, sorgulamanın yerine biatı koyar ve cehaleti bir boşluk değil, mükemmel bir kontrol alanı olarak görür. Zira bilen insan dirençlidir, düşünen insan itiraz eder, hisseden insansa vicdan taşır. Oysa muktedirin düzeni için vicdan değil, sadakat gerekiyor.
Muktedir; halkı terbiye etmez, eğitmez ve yüceltmez, gerektiği kadar bilen, gerektiği kadar konuşan, gerektiği kadar korkan bir kitleye dönüştürür, zira yönetmek değil, boyun eğdirmek ister. Artık nezaketin yerini öfke, liyakatin yerini sadakat, adaletin yerini ise itaat alır.
İşte bu, muktedirliğin en kadim kuralıdır: Korkuyla büyüt, cehaletle yönet, umutla oyala...
Tarih bize yalnızca savaşları, zaferleri ve zaafları anlatmazki:
Her çağda, her coğrafyada, ister kral, ister imparator, ister halkın oylarıyla seçilen bir lider olsun, bazıları bu şekilde yönetmeyi tercih etmiştir ve nedenini sorsanız,
“Eğer sorgularlarsa boyun eğmezler...” diyeceklerinden emin olunuz.
Onlar ki:
*Ülkesinde tüm gücü elinde toplamış,
*Rejimi demokrasi de olsa fiilen otoriterlik kurmuş,
*Halkı bilerek ya da ihmalle cehalete ve sefalete itmiş,bu durumu etnik, siyasi ya da kişisel menfaatleri için sürdürmüş,
Sonunda akıbetleri iyi olmasa da halklarına ağır bedeller ödetmişlerdir.
Tarihte bu liderler arasında yalnızca yüzler, diller ve bayraklar değişirken, ortak noktaları asla değişmemiştir:
*İnsanların gerçek bilgiye ulaşımı kısıtlanmış, yani medya kontrol altına alınmıştır.
*Eğitimde tek seslilikle sorgulayan değil, itaat eden bireyler oluşturulmuştur.
*Terör ya da dış düşman sürekli gündemde tutularak korku kültürü yaratılmıştır.
*Toplum, “biz ve onlar” diye bölünerek kutuplaştırılmıştır.
*Sosyal yardımlarla halk bağımlı hale getirilmiştir.
Ayrıca, bu yöneticilerin ilk emeli, gücü mutlaklaştırmak, merkezileştirmek olmuştur. Neron’dan Hitler’e, Stalin’den Putin’e kadar yasama, yürütme ve yargı mekanizmaları giderek tek elde toplanmıştır, ki 'Demokrasi' varsa bile yalnızca şeklen kalmıştır.
Her otoriter sistemin öncelikli başka bir hedefi ise bilen ve düşünen insanlardır ne yazık ki.
*Antik Çağ’da bilgeler gömülmüş,
*Orta Çağ Avrupa’sında yakılmış,
*Çağdaş diktatörlüklerde ise ya sürülmüş ya da itibarsızlaştırılmışlar.
Yani eğitim; aydınlatmak için değil, rejime uygun birey üretmek için biçimlendirilmiştir.
Medya manipülasyonu ve sansür mü?
Roma’da gladyatör oyunlarıyla halk oyalanırken, bugün televizyon şovları, sosyal medya algoritmaları aynı görevi görmüyor mu?
Gerçeklerin flu hale getirildiği bir “yanılsama çağı”nda yaşıyoruz.
İktidarlar meşruiyetini kaybedince “dış düşman”, “iç hain”, “terörist”, “din düşmanı”, “Batı ajanı” gibi kavramları üretirler:
Stalin’in “halk düşmanları”, Hitler’in “Yahudi komplosu” söylemi bu refleksin tarihsel örneklerindendir, ki 'Korku ve Düşman Üretimi' sistemin ayrılmaz parçası olmuştur.
Fakirlik sistemleştirilir.Önce ekonomik bağımlılık yaratılır, sonra sosyal yardımlarla sadakat satın alınır. “Devlet baba” imajı altında da bağımlı bireyler oluşturulur., zira fakir halk daha kolay yönetilir.
Bu derece 'Koltuk Aşkı 'nın tarih boyunca devam etmesinin 'hırs' ile bağı var mıdır?
Bakın İbrahim Yıldız ne diyor(2):
“İnsan, eğer hedefe ulaşma konusunda son derece hırslı olursa izzet-i nefsini ayaklar altına almaya, yanlışlarına mazeretler bulmaya başlar.
Gözünü hırs bürüyen kişinin aklı ve mantığı yalnızca hedefe kilitlenir. Kendi iç dünyasında doğru bildiği hedefe ulaşmak için tüm kutsallarını, hatta dinini bile yıkmaktan çekinmez."
İşte bu liderler, bu nedenlerle kişiliksiz, sakıncalı bir karaktere bürünseler de halkın........
© Toplumsal
