Hakkari’nin kırık kalbi Dêzê’den Beyaz kiliseye doğru…
Şafak vaktinde, dağları aşıp gelen ilk ışıkların aydınlığında yürümeye başladık. Nedim önde, bir yanımız Kırık dağı, gülistanımın cenneti Hakkari’nin kırık kalbi Dêzê vadisinin dik yamaçlarını tırmanıyoruz. Dimdik yükselen yamaç boyunca, binbir emekle birbirini kesen sekiler halinde ardı sıra devam eden, sırt sırta açılmış küçücük tarlaların arasında yürüyoruz bir sağa yöneliyoruz, bir sola. Ve büyük bir gürültüyle Zap suyuna akan vadinin tabanındaki Dêzê suyundan giderek uzaklaşıyoruz, sabah vaktinin serinliğinde hızla zirveye doğru tırmanıyoruz. Tarla dediğime bakmayın, boyları birkaç metre, enleri ise en fazla iki, bilemedin üç metre ya var yok, sahipsiz kaldıkları bir asır boyunca kara, kışa, yağmura, sele, rüzgara daha fazla dayanamamış taş duvarları yer yer yıkılmış, yer yer de çeperlerde yetişen ağaç kökleri tarafından patlatılmış sekiler, büyük felaket yıllarında yaşanan toplu kırım ve katliamdan kurtulabilmek için vadiyi terketmek zorunda kalmış gülistanımın kadim halklarından Asurilerden kalma…
Yürüyüş boyunca karşılaştığımız şapeller, kiliseler Asurilerden aşılmaz bildikleri dağlara, geçilmez sandıkları vadilere emanet bırakılmış, ama yıkık dökük, ağlanacak haldeler, el emeği, göz nuru, ter kokulu tarlalar gibi bana hüzün veriyor, Hakkari’nin her bir yanından dünyanın dört bir tarafına dağılan kadim halkın vadiye sinmiş ölüm korkusunu hissediyor, çocuklarının çığlıklarını, kadınların feryadını duyar gibi oluyorum. Duvarları yıkılmış bir tarladan, bozulmuş bir bahçeden, virane olmuş bir şapelden diğerine geçtikçe vadi tabanından uzaklaşıyor, adım adım Beyaz kilisenin bulunduğu zirveye, Dêzê vadisini tepeden gören sırta yaklaşıyoruz. Güneş iyice yüzünü göstermeden, ta Kotranıs Taburu’ndan bölgeyi kameralarla milim milim tarayan gözcülere yakalanmadan, ölümcül top atışlarına hedef olmadan, yamaçların en kuytu taraflarından kazasız belasız zirveye ulaşmayı, Koçanıs’ı payitaht ilan etmiş Asuri Patrikhanesi’ne ait kutsal altın kadehin, tepsinin, mızrağın, kaşığın, sürahinin, haçların, buhurdanlıkların, kandillerin, şamdanların, altı kanatlıların, çanların, altın yazmalı incillerin, başka hiç bir yerde eşi, benzeri olmayan dini kitapların, daha bilmediğimiz, duymadığımız sayısız kutsal eşyanın bulunduğu en kıymetli hazinenin dağlara emanet bırakıldığı, bilmem kaç yıl önce ise........
© Tigris Haber
