*Aidiyetin Çöküşü ve Kentin Sessiz İhaneti*
Kent, yalnızca taş ve betondan ibaret bir yapı değil, aynı zamanda bir anlam üretimidir. İnsan kenti kurarken, aslında kendini kurar. Zira kent, bireyin toplumsal varoluşunu mekânsal olarak somutladığı bir zemindir. Bu zemin, aidiyetle derinleşir; kimlik, yönelim ve sorumluluk duygusu burada şekillenir. Ancak her aidiyet, karşılıklılık ilkesine dayanır. Eğer kent, kendisine yöneltilen iyi niyeti, emeği ve düşünsel katkıyı görmezden gelmeye başlarsa; orada sadece fiziksel bir yabancılaşma değil, aynı zamanda etik ve ontolojik bir kopuş yaşanır.
Modern kentler, neoliberal rasyonaliteyle birlikte giderek daha fazla teknikleşmiş, katılaşmış ve duygusuzlaşmıştır. Artık hakikat değil, konformizm; liyakat değil, sadakat; düşünce değil, itaattir makbul olan. Kent, kendi öznelik üretim biçimlerini yok ederek bir tür kurumsal oto-immün sisteme dönüşmektedir: Kendini savunmaya çalışırken, kendi........
© Tigris Haber
