menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

DOĞADAN KOPUŞUN ANATOMİSİ MODERN TIBBIN KÖR NOKTALARI VE ENERJİ TIBBININ KURUMSAL GELECEĞİ

9 1
previous day

1. Giriş: Modern Tıbbın Paradoksu

Modern tıp, yaşam süresini uzatma, acil müdahaleler ve bulaşıcı hastalıklarla mücadelede büyük başarılar elde etti. Ancak bu başarı, insanı yalnızca fiziksel bir organizma olarak gören indirgemeci bir anlayışa dayanıyordu. Bütüncül şifa yaklaşımı zamanla terk edilerek, bedenin parçalarına ayrılıp incelendiği bir sisteme dönüştü.

İnsan bedeni, mekanik bir yapı gibi değerlendirilmeye başlandı; ruh, zihin ve enerji ise ölçülemez oldukları gerekçesiyle bilim dışı sayılarak dışlandı. Oysa insan yalnızca et ve kemikten ibaret değildir. Gerçek şifa, yalnızca hücreleri iyileştirmekle değil; zihinsel, duygusal ve ruhsal dengeyi de gözetmekle mümkündür.

Semptom odaklı tedavi modeli, hastalığın nedenini değil, yalnızca sonucunu baskılamayı tercih etti. Psikosomatik hastalıklardaki artış, kronik stres ve zihinsel bozukluklar bu yaklaşımın sınırlarını açıkça ortaya koymaktadır. Modern tıp, ruhun çığlıklarını duymazken; insan, giderek daha fazla ilaca ve müdahaleye bağımlı hâle gelmiştir.

2. Mekanik Beden Anlayışının Sınırları

Modern biyotıp, uzun bir süre, insanı fiziksel bir makine gibi gördü. Organlar birer parça, sistemler birer mekanizma olarak değerlendirildi. Bu yaklaşım, insanın duygusal, zihinsel ve varoluşsal boyutlarını ihmal eder. 17. yüzyıldan beri etkisini sürdüren zihin-beden ayrımı, artık bilimsel gelişmelerle sorgulanmaktadır. “Psikonöroimmünoloji genel anlamda bağışıklık sistemi, sinir sistemi, sindirim sistemi ve hormon sistemi ile insan psikolojisi arasındaki bağlantıları inceleyen bir bilim dalı olarak 1950'li yıllarda ortaya çıkmıştır.” Epigenetik ve kuantum biyolojisi gibi alanlar, insanın çok katmanlı doğasını kabul etmeye başlamıştır. Bu disiplinler, beden ile zihin arasında kopmaz bağlar olduğunu ortaya koymakta ve tıbbın sınırlarını yeniden çizmektedir.

3. Enerjinin Bedenle Dansı: Bütünsel Şifa Neden Zorunlu Hale Geldi?

Batı bilimi ise bu anlayışa kuantum fiziği, biyofoton araştırmaları ve epigenetik gibi yeni disiplinlerle yaklaşmaktadır. Enerji tıbbı, hastalığın önce enerji düzeyinde başladığını, burada çözülemediği takdirde fiziksel bedene yansıdığını savunur. Bu yaklaşım, yalnızca alternatif bir yöntem değil; eksik kalan parçayı tamamlayan bütüncül bir sağlık modelidir.

4. Enerji Beden ve Şifanın Gerçek Kaynağını sorgulayalım.

Duygusal travmalar, bastırılmış düşünceler ve yaşamla uyumsuzluk gibi etkenler, önce insanın enerji alanını zedeler. Bu nedenle gerçek şifa, fiziksel bedende değil; enerji bedeninde başlar. Modern bireyin yaşadığı tükenmişlik, uyku bozuklukları, açıklanamayan ağrılar ve depresyon gibi durumlar, çoğu zaman enerjetik dengenin bozulmasından kaynaklanır. Enerji tıbbı, bu boşluğu doldurma potansiyeline sahip, bilimsel yaklaşımlar arasında köprü kuran bir modeldir.

5. İnsanın Zihinsel Sapması ve Doğadan Kopuşu

İnsanlık tarihi yalnızca ilerlemenin değil, aynı zamanda özden sapmanın da tarihidir. Belirli bir dönemde insan, doğayla olan bağını, evrenle olan enerjetik uyumunu ve gerçekliğin doğal akışını terk ederek yapay bir yaşama yönelmiştir. Bu zihinsel kopuş; yalnızca bireysel deneyimi değil, kolektif insanlık durumunu da etkileyen bir kırılmaya yol açmıştır. Doğal olanın yerini teknik, bütünsel olanın yerini parçalanmış bilgi almış, insan varoluşunun anlamı dar bir çerçevede tanımlanmıştır. Bu kopuşun en çok etkilediği alanların başında da yaşamın özü olan sağlık gelmektedir.

6. Uygarlıkla Birlikte Gelen Kopuş: Tıbbın Doğadan Uzaklaşması

Sanılanın aksine, ilk uygarlıklar –Sümer, Mısır, Hindistan, Çin– doğayla uyumlu bir tıp geliştirmemiştir. Aksine, uygarlıkla birlikte gelen zihinsel paradigma; insanı doğanın bir parçası olarak görmekten uzaklaştırmış, onu doğanın üzerine konumlandırmıştır. Bu anlayış tıpta da kendini göstermiş; sağlık bilgisi, kutsal metinlerin ya da ruhban sınıfının tekeline geçmiş, deneyimden uzaklaşarak mistik bir sistematizasyona dönüşmüştür.

Bu bozulmanın izleri Mezopotamya ve Anadolu’nun rahip-hekimlerinde, Antik Mısır’ın tanrısal reçetelerinde, Vedik Hindistan’daki kast sistemine dayalı tedavi hiyerarşisinde ve Çin’deki imparatorluk merkezli tıbbi düzenlerde açıkça görülür. Tıp, daha bu ilk dönemlerde bile doğayla bağ kuran değil, doğayı kontrol etmeye çalışan, insan merkezli ve soyut bilgiye dayalı bir yapı olarak gelişmiştir. Bu ise doğadan, sezgiden ve içsel enerjiden sistemli........

© Tigris Haber