BARIŞ UĞRUNA SAVAŞMAK
İçsel Özgürlük Olmadan Devrim Olmaz
Beş bin yıllık yazılı tarih… Yüzlerce imparatorluk, binlerce savaş, milyonlarca ölüm… Ve her biri adına barış, adalet, kurtuluş dendi. Ama sonunda ne oldu? Bir coğrafya gerçekten özgürleşti mi? Bir insan bütünüyle kendisi olabildi mi? Ya da en yalınıyla soralım: Barış gerçekten geldi mi?
Savaş ve Vaatler
Bütün savaşlar, büyük vaatlerle başladı. Düzen kurmak, adaleti sağlamak, zulmü sonlandırmak… Ama hemen her zafer, yeni bir baskının kapısını araladı. Yeni bir dil, yeni bir ideoloji, yeni bir tanrı ya da lider geldi. Ve asıl kaybeden, yine sıradan insan, yoksul, kadın, çocuk, yaşlı ve isimsiz olan oldu. Bunun adı bazen imparatorluktu, bazen medeniyet, bazen devrim, bazen de peygamberlik… Ama her biri, eğer içsel özgürlükle bağlantılı değilse, yalnızca yeni bir tahakküm biçimine dönüştü.
Önderler ve Yanılgılar
Tarihin taşıyıcısı olan figürler—peygamberler, filozoflar, bilge krallar—birçoğu insanın özüne çağrıda bulundu. Buda, arzunun son bulmasından söz etti. İsa, egemenliğe değil, içsel dönüşüme seslendi. Muhammed, ilk yıllarında eşitlik ve adaletin sözcüsüydü. Sokrates, hakikatin peşinde yürümeyi bir yaşam biçimi........





















Toi Staff
Gideon Levy
Sabine Sterk
Penny S. Tee
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein