Kanser tanısı almak ve korkmak
Bazen anlatacakları çok geniş ve kalabalık olduğunda neresinden tutup da söze başlayacağını bilemiyor insan. Kendi söyleyeceklerinin derinliğinde boğulmaktan korkuyor. Ben! Ben yazar olan… Adımın önüne konulan bir meslekten çok bir sıfat olarak algılanan ‘yazar’ kelimesi… Oysa ben öncelikle bir okurum. Sadece kitap okumayı da kastetmem bununla; insanları, yüzleri, elleri, ağızdan çıkan sesleri, suskunlukları, hayvanları, otları, dağları… Sözün özü gözümün değdiği, kulağımın işittiği her şeyi okurum.
Geçtiğimiz kasım ayında meme kanseri tanısı aldığım günden itibaren sustum. Yazmadım da. Bütün dikkatimi kendimi okumaya verdim. El yazım berbat olsa da yüzüm okunaklıdır benim ama kendimi okumakta zorlandım. Tek bildiğim bu süreci kendi mahremiyetim içerisinde yaşamak istediğimdi.
Sıklıkla hepimizin başına ne düşünmemiz ve nasıl hissetmemiz gerektiğini söyleyen zabıtalar üşüşüyor. Çoğu da iyi niyetle olay yerinin etrafını çeviriyor, belki ambulansa ihtiyaç varken polis çağırıyor ya da polis gerekliyken itfaiye.
“Zabıtalar” dedim içimden kendi kendimi okumaya çalışırken, “Duygu zabıtaları bana iyi gelmiyor.”
DUYGU MONİTÖRLÜĞÜ
Etrafıma güvenlik şeridi çektim ve önce kendi duygularıma odaklandım. İlişkilerin adının konmadığı, savaşların bile ilan edilmeden çıktığı bu çılgın çağda hiç kolay değil insanın kendi duygularını tanımlaması. Duygularımın adını koymak bir terapi gibi hep iyi gelir bana.
Duygu I: Korku.
Hücrelerimin kafası karışmıştı ve ayaklanmışlardı. İçimde bana karşı bir cunta vardı. İnsanın düşmanının, kendinden bir parçası olması hiç hoş değil. “Korkuyorum” dedim hem de sesli olarak kendime.
Duygu II: Kaygı.
“Bu konuyu tatlıya bağlayabilir miyiz” diye içten içe pazarlık yaparken gelecekten korktum. Geleceğin gelememesinden…
Duygu III: Yüzleşme
Ömrüm boyunca çocuklarla ve kadınlarla ilgili mevzulara kafa yordum ama kendi kadınlığımı çocuksulukla örttüm hep. Görünüşünü öne çıkaran biri değildim ve........
© Tele1
