Zezé'ye Bir Yolculuk /Şeker Portakalı Serisi Üzerine
Zezé’ye Bir Yolculuk /Şeker Portakalı Serisi Üzerine
Şeker Portakalı
Dışarıdan bakıldığında yoksul bir Brezilya mahallesinde yaşayan, yaramaz, haylaz ve kimi zaman başına buyruk bir çocuk görüyoruz. Ama Vasconcelos’un satırları ilerledikçe Zezé’nin çok şey bilmesinin, neye karşılık geldiğini anlamaya başlarız: Sevginin yokluğunu, şefkatin bedelini, yalnızlığın çocuk zihninde nasıl şekil aldığını… Ve en önemlisi, bir çocuğun hayal gücüyle hayatta nasıl kalabildiğini öğreniriz.
Zezé’nin evi, fiziki anlamda yoksulluğun merkezidir. Kalabalık bir ailede, ilgisizlikle ve çoğunlukla da şiddetle çevrelenmiş bir çocuktur Zezé. Kardeşlerinin gölgesinde kalır, babasının işsizliğiyle büyür ve annesinin yorgun elleri arasında sevgi arar. Zezé için çocukluk bir oyun alanından çok hayatta kalmaya çalıştığı bir savaş alanıdır.
Ama Zezé bu savaşta silahsız değildir. Onun en güçlü silahı hayal gücüdür. Minguinho, yani şeker portakalı ağacı, işte bu hayal gücünün ürünüdür. Zezé ağacıyla konuşur, ona sırlarını anlatır, şarkılar söyler. Minguinho, Zezé'nin hayâl dünyasındaki sevgi boşluğunu dolduran görünmez bir dosttur.
Bu bağlamda Minguinho'yu edebiyat tarihinde bilinen Küçük Prens’in gülüne benzetebiliriz. Zezé’nin masumiyetini temsil eder; onun dünyaya hâlâ sevgiyle bakabilme çabasının ifadesidir.
Manuel Valadares: ‘‘Sevgi Öğrenilen Bir Dildir.’’
Zezé’nin hayatına gerçek bir insan olarak giren Manuel Valadares, bir tür babadır ama aynı zamanda dost, öğretmen, sırdaş ve şefkatin kendisidir. Zezé’yi olduğu gibi kabul eder. Onun içindeki haylazlığı; kırılganlığı, sevgiyi arayan gözlerini görür.
Manuel’in varlığı, Zezé için bir güven alanı oluşturur ve aynı zamanda dostunun yanı ilk kez sevildiğini hissettiği bir yerdir. Bu his öylesine yenidir ki, Zezé bu sevgiyi önce anlamlandıramaz, sonra ona sarılır, en sonunda da kaybeder.
Manuel’in ölümü, Zezé’nin çocukluğunun kapanışıdır. Zezé bir anda büyür. Minguinho konuşmaz olur. O andan sonra dünya başka bir yer olur; daha sessizdir, daha keskindir ve daha yalnızdır.
Vasconcelos’un dili yalındır ama bu sadelik, okuru kandırmaz. Çünkü bu kitap, çocuğun gözünden anlatılsa da, ardında gizlenen yetişkin bir ruhun acılarını taşır. Duygular gösterilmez, sezdirilir.
Zezé'nin dünyasında yaşanan eksik bir kahvaltı, eksik bir bakış, eksik bir sevgi çok üzülmesine neden olur. O tüm bu şeylerin içinin şefkatle doldurulmasını ister. Zezé’nin diliyle kurulan dünya, yoksunlukların içindeki mucizeleri anlatır.
Zezé, kitabın sonunda büyümez. O büyümek zorunda kalır. Masumiyetini yitirmez; masumiyetini acının içine gömer. Kitap boyunca kurduğu hayalî dünya, çocuğun korunma mekanizmasıdır. Ve bu dünya, Valadares’in ölümünden sonra değişir.
Şeker Portakalı, okuruyla kurduğu ilişkiyi bitirmez. Kitap bittiğinde Zezé kitapta kalmaz. O, okurun içine taşınır. Zezé'nin yalnızlığı, masumiyeti ve sevgi arayışı evrensel bir hafızaya dönüşür. Okur bu sesi unutmadan, kendi hayatındaki simgelere bakmayı öğrenir.
Güneşi Uyandıralım Kitabı
Zezé artık çocuk değildir. Ama henüz yetişkin de sayılmaz. Ne oyunlara tam olarak dönebilir, ne de büyüklerin dünyasına dahil olabilir. Bu dünyanın sınırında durmak, yetişkinliğe doğru açılan birçok uçurumun kenarında durmak gibidir. José Mauro de Vasconcelos, Güneşi Uyandıralım kitabıyla, Zezé’nin masumiyetten kopuşunu, o kopuşun bıraktığı boşluğun Zezé'nin içinde nasıl oluştuğunu anlatır. Zezé, artık ağaçlarla konuşmaz, hayali arkadaşları görünmez olur; çünkü Zezé, gerçeğin acı tadını kabul ederek yaşamaya çalışmaktadır.
Zezé bu kitapta artık büyümenin sorumluluğuyla tanışır. Zezé, çocukluğunda dışa dönük, hayalci, konuşkan bir karakterken, artık daha içine dönüktür. Duygularını........
© tarihistan.org
