“Bilim ve Siyaset: Bilim ve gerçek ile çıkarcılık arasındaki gerilim” yazı dizisi üzerine yansımalar
Diğer
12 Ekim 2025
Desen: Ümit Kartoğlu
3 Ağustos – 7 Eylül 2025 tarihleri arasında T24 Haftalık’ta altı hafta süren, psikiyatrist Dr. Oya Saldı Özgür ile bilim ve gerçek ile çıkarcılık arasındaki gerilimi irdeleyen Bilim ve Siyaset başlıklı bir söyleşi yapmıştım. Ne zamandır bilim/tıp ile siyasetin ilişkisi üzerine okuyor, kafa yoruyordum. Bu ilişkiyi farklı bir boyutta tartışmak için Oya’yı aradığımda ilk tepkisi niye böyle bir söyleşiyi sağlık sistemleri ve siyaset üzerine uzman kişilerle yapmadığımı sorması olmuştu. Ben de kendisinin konulara olan sıra dışı yaklaşımları nedeniyle onu seçtiğimi, klasik bir söyleşiden ziyade farklı bir perspektifte bilim ve siyaset ilişkisini tartışmak istediğimi söylemiştim. Sonunda, Oya’nın deyişiyle içinde kimi cevapları da içeren her biri bir sayfa süren altı soru göndermiştim Oya’ya. Bizleri tanıştıran sevgili Yakup Karahan’a da her bir yazıya bir karikatür çizme görevi düşmüştü.
Söyleşide, bilimin tarih boyunca otoriteyle çatışmasından başlayarak günümüze uzanan süreçte, bilimsel bilginin siyasi, toplumsal ve kurumsal baskılar altında nasıl biçimlendiği tartıştık. Galileo ve Descartes’tan günümüzdeki örneklere kadar, hakikati savunan bilim insanlarının cesaretinin önemini vurgulandık. Sağlık araştırmalarında donör politikalarının belirleyiciliği, yerel ihtiyaçların geri plana atılması ve niteliksel yöntemlere yönelik önyargıları sorgulandık. Bu tartışmada ilginin toplumsal, kültürel ve politik bağlamdan bağımsız olamayacağı; araştırma sorularının, fonlamaların ve önem atfedilen konuların bu ilişkilerden etkilendiği öne çıktı. Halk sağlığı özelinde bilimin iktidar ilişkileriyle iç içe geçtiği, pandemi gibi krizlerde bilginin araçsallaştırıldığı örneklerle gösterdik. Hakikatin politikası bağlamında, bilimin siyasetten tümüyle ayrılamayacağı kabul edilirken, etik ilkelerle sınır çizmenin ve evrensel değerleri içselleştirmiş bireyler yetiştirmenin önemini belirttik. Son olarak, bilimin artık yalnızca merak değil, siyasi ve ekonomik baskılara rağmen hakikati savunan bir direniş alanı olduğunu; araştırma iletişimi aracılığıyla bilginin yalnızca akademiye değil, topluma ve karar vericilere ulaştırılmasının, bilim insanının kamusal sorumluluğunun bir parçası olduğunu ifade ettik.
Doğal olarak bizleri yüreklendiren ilk tepkiler yakın çevremizden geldi. Yazı dizisi ile ilgili süreç içinde gerek sosyal medyada gerekse eposta ile bizlere ulaşarak paylaşılan düşünceleri derleyip bir değerlendirme yazısı yazmanın önemli olduğunu düşündük.
En yoğun yorum, sağlık araştırmaları ile ilgili 2. Bölüm üzerine oldu. Dünya Sağlık Örgütü’nde çalışırken soğuk zincirle ilgili düzenlediğim otobüs kurslarının önemli bir durağının kilit isimlerinden, şimdi Mediline Isothermal Solutions Türkiye’de yönetici olarak çalışan Mehmet Songür, “Her kelimesini okudum. Çok teşekkürler deneyimlerinizi bu yazı ile paylaştığınız için” diyordu. Songür, niteliksel analize çok önem verdiğinin altının çizerek, sübjektivite riskine rağmen, kritik olanın kullanılan yöntem, özneler ve amacın kalitesi olduğundan “Kabaca database değil knowledge base olarak nitelenen, özel veya genel tecrübe, geniş ve derin entellektüel çerçevenin bazı konuların analizlerinde sayılardan daha önemli olabileceğini düşünüyorum.” diyordu. Niteliksel yöntemlerin içerik uyarlama ve karşılıklı etkileşim yoluyla yeni sektör ve alt sektörlerde uygulanması başlı başına bir devrimdir... Nitel araştırma yöntemleri, başlangıçta genellikle sosyal bilimler, antropoloji ya da eğitim gibi belirli alanlarda yaygın kullanılıyordu. Ancak içerik uyarlama sayesinde, bu yöntemler kendi özgün kavram, araç ve süreçlerini farklı sektörlerin ihtiyaçlarına uygun biçimde yeniden tasarlayabildi. Karşılıklı etkileşim ise, bir sektörün nitel araştırmadan öğrenirken aynı zamanda kendi deneyimlerini ve pratiklerini bu yöntemlerin gelişimine katması anlamına geliyor. Bu çift yönlü etkileşim, nitel araştırma yaklaşımlarının sağlık, teknoloji, iş dünyası, tarım ya da kamu yönetimi gibi daha önce yoğun olarak kullanılmadığı sektörlere uyarlanmasını sağladı. Songür’ün yazıda söz konusu olan alanların dışında yaptıklarının çok değerli olduğuna inanıyorum. Çünkü bu, yalnızca bir yöntem transferi değil, aynı zamanda bilgi üretme ve sorun çözme biçimlerinde de köklü bir değişim anlamına geliyor. Çünkü nitel araştırmalar, sayısal verilerden çok insanların deneyimlerini, algılarını ve bağlamsal gerçeklikleri merkeze alıyor. Yeni sektörlerde bu bakış açısının yerleşmesi; politika yapımından ürün tasarımına, hizmet geliştirmeden topluluk temelli projelere kadar birçok alanda daha kapsayıcı, bağlama duyarlı ve yenilikçi çözümler üretilmesine olanak tanıyor.
Türkiye’den ayrılmadan önce son çalıştığım kurum olan İstanbul Üniversitesi Çocuk Sağlığı Enstitüsü’nden çalışma arkadaşım Halk Sağlığı Profesörü Dr. Ayşen Bulut kendi yorumları yanı sıra, sosyolog Hacer Nalbant ve tıp etiği uzmanı Dr. Muhtar Çokar’ın yorumlarını da paylaştı.
Ayşen Abla, bilimin ve siyasetin yaşamı iyileştiren iki önemli araç olduğunu, ancak bunların demokrat, donanımlı ve güvenli ortamlarda işlevsel hale gelebildiğini vurguluyordu. Akademide ve siyasette “bilmediğini bilmeyenler”in işleri zorlaştırdığını, politikacıların çoğunun da bilim temelli yöntemleri bilmediklerini ve kısa vadeli çıkarları öncelediklerini belirtiyordu. Buna karşın genç araştırmacıların sosyal bilim yöntemlerine ilgisinin arttığını, Sağlık İçin Sosyal Bilimler Derneği SASBİL ve Halk Sağlığı Uzmanları Derneği HASUDER gibi kurumların bu alanda çaba gösterdiğini, deneyimli öğretim üyelerinin özverili katkılarının sevindirici olduğunu söylüyordu. Ayrıca 1987’de İstanbul Üniversitesi’nde yürütülen yüksek lisans programında yaşadığı bir anısını paylaşıyor: Psikolog Füsun Kayatürk’ün sosyal bilim yöntemleriyle farklı kontraseptif kullanan kadınlarla yaptığı derinlemesine görüşmelere dayalı öncü araştırmanın çok değerli çıktılar üretmesine rağmen o dönem yayınlanacak mecra bulamaması, Ayşen Abla’nın hem akademik dünyadaki sınırlılıkları hem de nitel çalışmalara yönelik o dönemin ilgisizliğini hatırlamasına neden oluyordu. Ayşen Abla, çalışmanın yayınlanacak dergi bulamamasından yakınıyordu, ama Halk Sağlığı Günleri’nde nitelikli hizmet sunumunda danışmanlığın nasıl yapılması gerektiğini de paylaştıkları oturum sonunda “Ayşen, biraz da yapılabilecek şeylerle uğraş canım” sözleriyle kıymetli bir akademik büyüğünün (artık hayatta değil) geribildiriminin kendisi için cesaret kırıcı olmadığını söylüyordu.
Ayşen Abla’nınki gibi tanıklıklar, yalnızca bir dönemi hatırlatmakla kalmıyor; bugünkü tartışmaları da daha derinlikli yapabilmemiz için bize çerçeve sunuyor. Paylaştığı 1987–1989 arasındaki çok disiplinli çalışma hikayesi, hem sosyal bilim yöntemlerinin halk sağlığına kattığı değeri hem de akademik ortamın o dönemdeki sınırlılıklarını çok somut gösteriyor. Bugün hala benzer engellerin varlığını konuşuyor olmamız, belki de en düşündürücü yanı. Ayşen Abla’nın “Bilmediğini bilmeyenler” ifadesi, akademi–siyaset ilişkilerindeki en temel sorunlardan birini çok net özetliyor. Yine de SASBİL ve HASUDER gibi yapıların ve gençlerin yeni yöntemlere ilgisinin artması, geleceğe dair umut verici gelişmeler arasında.........





















Toi Staff
Gideon Levy
Tarik Cyril Amar
Stefano Lusa
Mort Laitner
Robert Sarner
Andrew Silow-Carroll
Constantin Von Hoffmeister
Ellen Ginsberg Simon
Mark Travers Ph.d