menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Manzanares Nehri kenarında ağlayan kadın

26 15
15.06.2025

Diğer

15 Haziran 2025

Manzanares Nehri

Carabanchel mahallesi, Manzanares Nehri’nin güneyinde yer alan Madrid’in dış mahallelerindendir. İç savaş sırasında kardeşin kardeşi vurduğu en şiddetli sokak çatışmalarına sahne olmuştur. Üç yıl boyunca bu mahallede akan kan, bir ülkenin tarihini doldurup taşıracak kadar çok kardeş kanıdır. Savaşı kazanan faşist General Franco, Cumhuriyetçilerin en şiddetli direnişi gösterdiği mahalleyi, İspanya’nın en kötü hapishanesini buraya inşa ederek ödüllendirmiştir. Ağırlıklı olarak politik tutsaklar yıllar boyunca bu hapishanenin hücrelerinde çile çekmiştir.

İşte 1997 yılında, Ibar Ojeva’nın içerde geçirdiği 21 yılın ardından, 40 yaşına basmasına bir gün kala ve korkunç hapishanenin kapatılmasından tam bir yıl önce, akşam saatlerinde, küçük bir çanta ile kapısından çıktığı hapishane, Carabanchel Hapishanesi’ydi. İşlemediği cinayetler nedeniyle ömrünün önemli bir kısmını bu korkunç hapishanede geçirmişti. Ibar Ojeva’nın alnına, işlemediği suçlardan hapiste yatmak yazılmıştı. 1973’te Amerika’nın desteğiyle sosyalist devlet başkanı Salvador Allende’yi deviren General Pinochet, ülkede insan avı başlatmıştı. Ibar o zamanlar 16 yaşındaydı. Ablası Ignacia, Allende’nin partisi Unitad Popular’ın gençlik örgütünde aktifti. Yakalansaydı ağır işkencelerden geçmesi, iz bırakmadan kaybolması çok mümkündü. Ignacia bir grup arkadaşıyla Peru’ya kaçmış, daha sonra Uruguay’a yerleşmişti. Pinochet’nin adamları onun yerine genç Ibar’ı alıp hapsetmişlerdi. İki yıl sonra hapisten çıktığında, annesi ölmüş, babası da kayıplar arasına karışmıştı. Askeri diktatörlüğün ağır koşullarında ablasının izine de ulaşamadı. Babasının bir arkadaşı, önce Arjantin’e, sonra İspanya’ya gidip orada üniversiteye kaydolması için aracılık etti.

Franco öleli birkaç ay olmuştu, İspanya’da değişim rüzgarları esiyordu. Şilili göçmenlerin dayanışma fonundan bir miktar burs alıyordu genç Ibar. Aldığı burs zar zor yetiyordu yaşamına. Bir terzinin yanında çalışmaya başladı. Dedesi de babası da terziydi. Kendine meslek olarak çoktan terziliği seçmişti zaten. Bir cerrahın mesleğine olan tutkusu kadar sevgiyle yapıyordu terziliği. Madrid’te tekstil fakültesine kaydolmuştu. Hayat yavaş yavaş ritmini buluyordu. Gençti, Pinochet hapishanesinin izlerini üzerinden atmaya başlamıştı. Maria Fernanda’yla tanışması hayatına başka bir boyut katmıştı. Manzanares Nehri’nin kenarında yürüyüşler yapıyorlar, bir bankta oturup Maria kitabını okurken, Ibar da eskiz defterine çizim yapıyordu. Birkaç ay sonra o nehrin kıyısındaki bir hapishanenin evi olacağından habersizdi. O günlerde pembe bulutların üzerindeydi. Maria az konuşurdu. Hüzünlü bakışları bu dünyaya ait değilmiş gibiydi. Anlatamadığı bir derdi vardı, ama o anlatmadıkça Ibar da sormuyordu.

Maria Fernanda, Güzel Sanatlar Fakültesi’nde okuyordu. Birlikte yapmaktan en çok hoşlandıkları şey Prado Müzesi’ni gezmekti. Saatlerini orada sıkılmadan geçirirlerdi. Ne zaman Hieronymus Bosch’un eserlerinin sergilendiği bölüme gelseler, Maria Fernanda “Yedi Ölümcül Günah ve Son Dört Şey” isimli tablonun başına gider, dalar, dua eder gibi durur, haç çıkartır ve ağlamaya başlardı. Ibar’ın bakışları, gözlerine dokunduğunda “ne olur sorma” der gibi bakardı buğulanmış gözkapaklarının arasından. Ibar her zaman evine kadar eşlik eder, sonra ayrılırlardı.

Bizim bildiğimiz, gördüğümüz dünyanın arkasında başka bir dünya da olur çoğu zaman. O sanki bir paralel evrendir. Orada yaşananlar sanki yaşanmamış gibi hayatlarına devam eder insanlar. Mutlu aile fotoğraflarının görünmeyen yüzünde ne aldatılmışlıklar, bazen de ne trajediler gizlidir. Maria da böyle bir trajediyi yaşıyordu 16 yaşından beri. Babasının istismarına uğruyordu. Önceleri anlamlandıramadığı aşırı sevgi dokunuşları bir gün tecavüzle sonuçlanmıştı. Kime gideceğini, nasıl kurtulacağını bilmiyordu. Annesi, intihar edene kadar sessiz tanığıydı olanların.

Bir cumartesi sabahı Maria Fernanda buluşma yerine gelmedi. Ibar merak etti. Onun için kader ağlarını örüyordu. Doğruca yakındaki evine gitti. Tam kapıyı çalacakken açık olduğunu fark etti. İçeri girdi. Gördüğü sahne Caravaggio’nun Judith ve Holofernes tablosu gibiydi. Ortalık kan gölüne dönmüştü. Babasını defalarca bıçaklamış olan genç kadın, babasının kafasını gövdesinden ayırıyordu. O gün evi terk etmeye karar vermişti, bavulunu toplayıp kapıdan çıkacakken babası yetişip engel olmuştu. Kurtulmaya çalışırken mutfakta ele geçirdiği bir bıçakla yılların hıncını akan baba kanından çıkarıyordu Maria Fernanda, tam Ibar’ın Maria’nın kaçamadığı kapıdan içeri girdiği sırada.

Sonra olanlarda bilinç yoktu, programlanmış bir robot gibi hareket etti Ibar. Belki de önceden yazılmış alınyazısı onu........

© T24