menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Yazar İsmail Güzelsoy’dan suya anlatılan bir hikâye: İnsan sistemin ona gösterdiği aynada hiçbir zaman kendi suretini göremeyecek

25 0
yesterday

Diğer

Konuk Yazar

25 Ağustos 2025

Yazar İsmail Güzelsoy

Kitabın kapağını kapattığınızda siz de Subala’nın kervanına katılmış, onunla birlikte yıllar, yollar aşmış gibi hissedebilirsiniz. İsmail Güzelsoy’un yüreğinden ve kaleminden, İthaki Yayınları etiketiyle okuyucuyla buluşan "Saf – Suya Anlat", masalsı, şiirsel bir yol romanı… Tabi yol derken bu iki türlü bir yol.

Romanın başkahramanı şaman Subala, Semerkant’a uzanan mistik bir yolculuğa çıkar. Onun yol boyunca karşılaştığı her insan, her menzilde yaşadığı olaylar, ince ince dokunmuş masalsı hikâyelerin bir parçasıdır. Bu büyülü dünyada şamanlar, kervanlar ve efsunlu nesneler gerçekten yaşıyor gibidir. Ve biz, bu hikâyeler zinciri içinde “on bir buçuk” hayat yaşayan Subala’nın adımlarını takip ediyoruz. O sırada kendimize soruyoruz; “Bilgelik kaç hayatın toplamıdır?”

Eskiler kötü rüyalarını çeşmenin başında suya anlatırmış; suya bırakılan söz yükü hafifletirmiş. Güzelsoy’un romanı da bu geleneğin edebi bir yankısı gibi… Subala’nın defteri, suya bırakılmış bir iç dökme. “Mürekkep sudur” diyen karakterin sesiyle, su hem bir ayna hem bir sırdaş olarak hikâyenin merkezine yerleşir; bilgelik ve masumiyet onda buluşur.

İsmail Güzelsoy bu kitabı ilk kez 2013’te yayımlamış, on iki yıl sonra yeniden ele alıp dönüştürmüş. Yazarın deyimiyle bu süreç, en çok kendine seslenişi… Güzelsoy ile yeniden yazım süreci, suyun anlamını ve Subala’nın yolculuğu hakkında yazıştık.

Merhaba İsmail Bey. Kitabınızın henüz ilk sayfalarındaki Subala’nın “on bir buçuk hayat” ifadesinden çok etkilendim. Sizce bir insan, Subala gibi, kendini kaç kez yeniden yazabilir? Roland Barthes, “Yazmak, kendimi yok etmenin bir yoludur” gibi bir ifade kullanır. Metni özgürleştirmek için yazarın egosunu bırakması gerekliliği… Subala’nın defteri, sizin yazma sürecinizde bir yok oluş mu, yoksa yeniden var olma aracı mı?

Güzelsoy: Barthes’ın söz ettiği şey yalnızca yazma fiilinden çok daha fazlasını kapsayabilir. Yani herhangi bir üretim bir noktada kendini silmenin bir yoludur ama bunun karşılığı da ortaya çıkan üründür. Bir yer değiştirme, demek daha doğru olsa gerek. Cervantes aynı zamanda Don Quishotte’dur. Yani evet, her ikisi de doğru. Her roman kendi paradigmasını oluşturur ve yazar o paradigma içinde kendisini de yeniden tanımlar. Hani şu ünlü kural vardır ya, karakterler romanın sonunda değişmeli… İşte orada yazarın da değişmesi kaçınılmaz. Bir aktörün dönüşmesinin düzeneğini kuran ve onu bu yolda yürüten birinin dönüşmemesi mümkün mü? Kendi dönüşmeyen biri bizi dönüştürebilir mi?

Kitabın adı, Saf – Suya Anlat, suyun hem bir dinleyici hem bir ayna gibi işlediği bir metaforu barındırıyor. Su, Subala’nın hikâyesinde geçicilik ve saflık olmalı. Kurgularken ilhamınız ne oldu?

Güzelsoy: Su doğanın en güçlü elementidir. Hiçbir şey suya karşı koyamaz, onun akışını engelleyemez. Bunu yapan sudaki gizil kaba kuvvet, yıkıcı enerji değil, onun yatak değiştirebilme yeteneğidir. Su akıştan vazgeçmez, engellerle karşılaştığı zaman, kendinden yeni bir biçim yaratır. Bu nedenle, hem saflığın hem de aklın simgesi. Su bu gezegenin çocuklarına bahşettiği en değerli madendir. NASA uzay boşluğunda ne arıyor, baksanıza? Altın, gümüş değil, su arıyorlar. İnsan birkaç avuç suyun içinde beden buldu. İnsanın ilk yurdu, ilk barınağıdır o. Subala bu tür bir saflığın ifadesi bir anlamda. Aynı zamanda bilgeliğin de… Su bilgelikle saflığın buluştuğu bir evrendir. Sarhoşluk da oradadır, akıl da…

Subala’nın son mektubunda (sayfa 323) yazının bir dua gibi okunması, günümüzün dijital çağında yazının büyüsüne dair ne söylüyor?

Güzelsoy: Umberto Eco ta 80’lerde, “Bilgisayar yazının zaferidir,” demişti. Bunun hâlâ geçerli olduğunu düşünüyorum. Yazı insanlık tarihinde asla aşılamayacak bir devrimin adıdır. Eğer bir gün yazıyı aşacaksak bu da yazılı bir metnin yardımıyla olacaktır. Dijital çağın bütün öncülleri oradan beslenir zaten. Yazı insanlığın belleği olduğu ölçüde onun bilinçdışıdır da. Günün birinde edebiyatın bitebileceğine inanıyor musunuz? Bana çok gülünç geliyor bu fikir. Edebiyat su gibi, kıvrılarak, kendi yatağını yaparak ilerler ve onun cebindeki maymuncuk yazıdır. İnsanlar disket ürettiler, CD, DVD, flaş bellek, bulut vs. kullanıyorlar kayıt için ama bütün bunlar, güneşte bir patlamaya bakar. Ve bu patlama hiçbir zaman Hitit tabletlerine zarar vermeyecektir. Şeyh Galip diyor ya, “Hiçbir şey yazı kadar şaşırtıcı olamaz, hayat hariç…”

Önsözde, Saf’ı yeniden yazmanın bir barışma olduğunu hissediyoruz. İlk Saf ile bu yeni versiyon arasında korumak istediniz bağlar nelerdi? Yeniden yazarken vazgeçtiğiniz bir unsur, sizi hâlâ rahatsız ediyor mu? Subala’nın “Hiç” kavramıyla yüzleştiği anlarda, eski ve yeni Güzelsoy arasındaki bir diyalog var mı?

Güzelsoy: Yeniden yazım süresince bu tür diyaloglar, hesaplaşmalar yaşadım. Yeniden yazmak her şeyden önce riskli bir girişimdi. Yayınevine verip kitap haline getirilmiş bir romanı yeniden yazmanının ürkütücü bir fikir olduğu ortada. Bunu özellikle yaptım. “Ben dedim oldu”, “Bir tek ben bilirim ve en iyisini yaparım” kafasında birilerinin dünyanın başına tebelleş olduğu bir yerde, “Yaptım ama çok da emin olamadım, bir daha denemek istiyorum” demek istedim galiba. Kendi yazdığım romanda bile “tek adam” olamayışımın somut bir ifadesiydi yaptığım. Bu tavrı romandaki dikkat çektiğiniz türden bölümlerde de işledim. İşimiz edebiyatsa, tevazu göstermeye gerek kalmayacak bir yerde durmalıyız. Çünkü hikâye kibri kaldırmaz. Gerektiğinde okur bizim zaaflarımızı, eksiklerimizi, çöktüğümüz noktaları da........

© T24