menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Süleyman Toklu ya da “Size söyleyecek hiçbir şeyim yok”

28 13
08.06.2025

Diğer

08 Haziran 2025

Bizim kuşak- 1978 kuşağı diyelim-, üzerinden 45-50 yıl geçmiş olsa da hala bir yanıyla 1980 öncesi yıllarda yaşar. Daha doğrusu, o yıllardan birisine rast gelse, sanki dün gibi o zamanlarda yaşananları, ölenleri, nasıl bunlar olmuş diye bugünden bakılınca anlaşılmaz olan bin bir şeyi, mesela İzmir’de Tariş olayları olduğunda sanki devrim çok yakınmış gibi Lenin’in Nisan Tezlerini yeniden okumaya koyulmayı, 16 Mart İstanbul Üniversitesi katliamından sonra Ankara Siyasalın önündeki o çok büyük, çok acılı, çok kararlı toplantıyı, o toplantıda ilk kez herkesin birlik olmasını ve içimiz titreyerek dinlediğimiz Bülent Forta’nın konuşmasını, ama işte sonra 12 Eylül 1980’e doğru Mayıs/Haziran aylarında hemen kimsenin dişe dokunur bir özeleştiri yapmadığı sol içi kavgaları (Şevki Kobal ve Afyon’un dağ köylerinden arkadaşım Ahmet Özel bu kavgalarda öldürülmüştü), Kızılayda 100 metre aralıklarla asılan bombalı pankartları, sürekli yapılan korsan mitingleri, çılgınca diyebileceğim eylem çokluğunu, korkuları, gazetelerdeki her gün sayıları artan ölümleri ve işte daha bir çok şeyi konuşmaya koyuluruz.

Bu dün gibi konuşmaların gerisinde aslında tamamlanmamış düşler, abartılı heyecanlar, o çok büyük, dünyayı ve kendimizi değiştirme arzusu kadar, bütün bunların 12 Eylül 1980 ile bıçakla kesilir gibi sona ermesi, yani ancak düşlerde olabilecek yarım kalmışlık duygusunun etkisi vardır. Yani bizlerin bir yanı 1980 öncesi oluşan o çok büyük ivmenin ani frenle durmasından sonraki zamanı yaşar gibidir. Bunu en çok yakalandığı kronik ruhsal hastalık yüzünden hala geçmişte yaşayan Cengiz Türüdü ile konuşmalarımda hissederim. Bana hemen her hafta yaptığımız telefon konuşmalarında “Şükrü, nasıl bir hayatım oldu biliyorsun. Hiçbir şeyim yok ama iyi bir insan olmayı elimden alamadılar, düşlerimi de” der ve sonra beraber susarız.

Dün işte, bayramı bahane edip, ismini çok duyduğum, ilk kez arkadaşım Derviş Erdoğmuş’un oğlunun nikahında gördüğüm ve sıkı sıkı sarıldığım, bana verdiği “92.Gün” kitabını hemen o hafta sonu okuduğum, okuyup bitirince bir süre kendime gelemediğim, yaşadıklarını anlamakta zorluk çektiğim Süleyman Toklu’yu ziyaret ettim. Kitapta ayrıntılı bir şekilde anlatıldığı gibi Süleyman Toklu, 1980 sonrası yakalandıktan sonra önce tüm gücünü geride kalan eşini, oğlunu ve o evde kalan başkalarını korumak için adresini güvenli bir zaman geçinceye kadar söylememeye harcar. Yalova civarlarında gittiğimiz evde kitapta sözü geçen eşi Bahar hanım da vardı. Birlikte 4-5 saat geçirdik, birçok şeyden konuştuk, o arada bize bahçeden karadut ve yeşil erik topladı ve onları o kadar incelikle ikram etti ki, bu meyveleri ondan bize armağan gibi yedik desem yeridir.

Süleyman Toklu Antalya’lı bir yörük çocuğu ve Ankara Yüksek Öğretmen Okulu’nu 1976’da bitirdikten sonra, hiç mesleğini yapmadan kendi isteği ve o zaman dahil olduğu grubun önerisi ile Ankara’da mahallelerde çalışmaya başlar. Daha doğrusu örgütü adına........

© T24