menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Özgürlük veya özgürlük bilinci

28 14
15.04.2025

Diğer

15 Nisan 2025

Demokrasinin birinci öğesi ve ortak değeri, “özgürlük”tür.

Demokrasinin özü, özgürlük bilincinde yoğunlaşmakta odaklaşmaktadır, iktidarın yürütülmesinde değil.[1]

Bu nedenle özgürlükçülük ve özgürlük bilinci yeter ki, bir kez benimsenmeye görsün, gerisi gelecektir. Çünkü haklar ve özgürlükler, insanla birlikte doğup toplumla birlikte ortaya çıkmaktadır.[2]

Toplum demokratikse, esasen bunları içselleştirmiş demektir.

Özetle, demokrasinin odağında hak ve özgürlüklerle donatılmış, baskılardan arınmış, özgür / özerk birey vardır. Her şey, bu odağa göre konumlanarak yürümeye başlayacaktır. Kurumların, örgütlerin, yöntemlerin, tekniklerin bütünü olan demokrasi, özerklik anlamında bir değer olarak algılanan özgürlük bilinci üzerine oturmaktadır.[3]

Bireyin özgürlüğü, hiç kuşkusuz ilkin beynin özgürlüğünü sağlamakla başlar. Bunun için de devletin görüşler, inançlar karşısında yansız olması zorunludur. Görüşler karşısında yansız devlet, düşünce özgürlüğünü; inançlar karşısında yansız devlet, inanç özgürlüğünü ve laikliği güvence altına almış demektir.

Devlet okullarında ise, bireye bilimin verileri, ideolojik süzgeçlerden geçirilmeden, yansız, nesnel (objektif) olarak sunulur, algılama kapıları açık tutulur. Birey, onları, asla koşullanmamış özgür beyniyle ken­disi değerlendirecek, seçimini kendisi yapacaktır.

Çünkü birey insandır; öğrenir. Okullarda erginler açısından bu ne­denle öğrenim (instruction) vardır, eğitim (éducation) değil.

Demokrasi, düşünceler, inançlar cumhuriyetidir. Düşünceler üzerinde yalnızca kaba baskıyı değil, beyin yıkama biçimindeki dolanlı baskıyı da reddeder. Bu nedenle ideoloji aşılayan, kuşkucu ve sorgulayıcı temele dayanmayan, yanıt vermeden önce “bu konuda ne biliyorum?” sorusunu sordurmayan öğrenim asla demokratik değildir.[4]

Olamaz da.

Çünkü demokratik toplumun beyni yıkanmış misyoner ve organik aydınlara, devlet makamlarını doldurmaya özgülenmiş uslu yurttaşlara değil, toplumun gelişmesi için Sokratesçe sorgulama ve eleştirel akılcılık alışkanlığını kazanmış bireylere gereksinmesi vardır. Okulların işlevleri, geleceğin eleştirel, akılcı yurttaşlarını, insanlarını yetiştirmektir.

Çünkü toplumun yararı için bireyin devlet gibi düşünmeme, “Kurulu düzeni sorgulama, eleştirme, kınama, hatta mahkûm etme özgürlüğü” vardır (Laski). Özünde demokrasi, bireysel özgürlük ile düzen kavgasına dayanır ve bu da, dünün, şimdinin, yarının kavgasıdır.[5]

İnsanı insan yapan en soylu organ beyin, beynin en kutsal ürünü ise düşüncedir, inançtır. Bu olguya herkesin ve devletin de saygı duyması zorunludur, kaçınılmazdır.

Bu saygı, hiç kuşkusuz bireyin özgürce oluşturduğu düşünceyi, inancı dış dünyaya yansıtma aşamasında ortaya çıkar. “Düşün, ama içinden düşün” demek, “hiç düşünme” demektir. Birey, hem düşünecek, hem de her türlü araçla onu sergileyecektir. Yasaklarla, kozmik cezalarla sergilenmeleri önlenen düşünce, inanç, bir bilinç küresine hapsedilir, ağızlar kapatılır, kalemler kırılırsa, “Kenetlenmiş dişlerle özgürlük türküleri söylenemez” (Alfonso Reyes).

Böyle bir toplum ise, henüz avcılık çağında yaşayan bir yığın olup, ilkeldir. Avladığı değerler ise, düşüncedir, inançtır, insan beynidir, son çözümlemede insanın, toplumun ta kendisidir.

Özgürlükçü demokraside herkes özgürlük türküsünü söyler. Dişler kenetlenmediğinden orada halk söylenmez, söyler, hem de yüksek sesle.

Düşüncelerin, inançların açıklanmasını yasaklama girişimleri, dün olanaksızdı, tekniğin ulaştığı düzey yüzünden bugün daha da olanaksızdır. Çünkü “İnsan yok edilebilir, ama teslim alınamaz” (Heming­way). “Düşünceler kurşuna dizilemez” (Napoléon).

Dünün dünyasını ele alalım.

Yargılanan Sokrates’in eylemi, Atina yasalarına göre suçtu. Elbette Sokrates, herkese açıklık, doğrudanlık, yüz yüzelik, sözlülük ilkelerinin uygulandığı çok başarılı bir yargılama sonucunda hüküm giymişti. Bu nedenle uygarlığın bu yargılamayla başladığı ileri sürülmüştür (Melih Cevdet Anday).

Ancak bu yargılama etkinliğinde düşüncenin cezalandırılamaz oluşu unutulmuştu. Bu yüzden Sokrates’i yargılayan 501 yargıçtan hiç birinin adını bilmiyoruz. Oysa 2398 yıldan beri “Hükümlü Sokrates hâlâ konuşuyor” (F. Erem), Atina adaleti ise günümüzde bile lanetleniyor.

Ne yazık ki, çoğu zaman insanlık ve de özellikle Türkiye, bunlardan hiç ders almamış görünmektedir.

Unutulmamalıdır ki, düşünce ve inanç yasakları her zaman toplum zararınadır. Çünkü yasaklanan düşüncenin bütünü ya da bir kesimi doğruysa “doğru”dan, yanlış ise doğrunun daha belirgin biçimde ortaya çıkmasından yoksun kalan bir toplum, yoksullaşacak, yeni tezlere ulaşamayacak, olduğu yerde duracaktır.

Dahası düşüncelerin açıklanmasını yasaklamak, yalnızca........

© T24