menu_open Columnists
We use cookies to provide some features and experiences in QOSHE

More information  .  Close

Duruşma/tartışma aşamasının başoyuncularına sesleniyorum: İlk sözlerim, düşünmesini bilenleredir

21 1
16.07.2025

Diğer

16 Temmuz 2025

Konumuza girmeden önce, dilerseniz hep birlikte tarihe başvuralım ve bir karşılaştırma, değerlendirme yapalım.

Çünkü yargılama etkinliğinin, özellikle de “duruşma aşamasının tarihi bizlere şunları söylemektedir:

MÖ 399 yılında “doğal yargıç ilkesi”ne göre oluşturulan mahkemede “kamuya açık yargılama,” kısaca ülkemizdeki yanlış hukuk terimiyle “duruşma” sonucunda ölüm cezasına hüküm giyen Sokrates’in, diyalektiğe dayanan sağlıklı yargılama / duruşma diyalektiğine dayanılarak, kanıtlarla doğrudan ilişki kurularak, herkese açıklık ilkesine uyularak bütün dünyanın gözleri önünde nasıl yargılandığını, en önemlisi de Türk yargıçlarının, hukukta son sözü söyleyen Yargıtay, Danıştay ve anayasa Mahkemesi üyelerinin günümüzde bile başaramadıkları görüşme ve oylama kurallarını (Selçuk, Sami, Suç Yargılama Sürecinde Duruşma ve Görüşme / Oylama, Ankara, 2024) halktan gelen iddiasız mütevazı Yunan yargıçlarının nasıl başarıyla uyguladıklarını birbirini doğrulayan üç ayrı kaynaktan ayrıntılarıyla 2424 yıl, yani yirmi beş yüz yıl sonra artık hepimiz bilmekteyiz.

Ancak onu yargılayan yargıçlardan hiçbirinin adını asla bilmemekteyiz.

Oysa Sokrates’ten 2280 yıl, yani 23 yüzyıl sonra 1881 yılında Mithat Paşa’nın doğal yargıç ilkesine aykırı olarak, Mithat Paşa için kurulan ve bu yüzden hukuk tarihinin olumsuz yargısından ve hesaplaşmasından bir türlü kurtulamayan, hiçbir zaman da kurtulamayacak olan yüz karası “Çadır Mahkemesi”nde nasıl yargılandığını, bilim insanlarımız, tarihçiler dâhil, hiçbirimiz yeterince asla bilmiyoruz, bilemiyoruz.

Çünkü varsayımlara dayanan ve birbirleriyle çelişen kaynaklara göre, Paşa’nın duruşması, çoğu zaman açık değil, gizlidir, yani karanlıktır.

Karanlık” ise, bilindiği üzere, Miguel de Cervantes’in (1547-1616) bir zamanlar dediği gibi, “Bütün günahların üstünü örten bir yorgandır.”

Bütün bunlara karşın onu yargılayan yargıçların ve iddia makamında bulunan savcının, Sokrates’le ilgili davanın tam da tersine, kimler olduklarını günümüzde bile bilmekteyiz.

Peki, bütün bunlar neden böyledir?

Çünkü bu son yargılamaya katılan yargıçlar, tıpkı hükümeti deviren, TBMM’yi ortadan kaldıran 1960 darbesi sonrasının Yassıada Mahkemesi gibi, suç konusu eylemden sonra oluşturulmuş bir mahkemenin yargıçlarıdır; dolayısıyla mahkeme, doğal mahkeme değil, yargıçlar da, doğal yargıçlar değildirler.

Sözgelimi, savcı dâhil, bunların içinde daha önce kendileri ya da yakınları arasında sanık Vali ve Sadrazam Mithat Paşa tarafından cezalandırılanlar bile bulunmaktadır.

Sözgelimi, Mahkeme Başkanı Kadı Sururi Efendi, işlediği yolsuzluklar yüzünden Mithat Paşa tarafından meslekten atılmış biridir.

Kısaca ne yargıçlar yansızdır ne de savcı.

Üstelik bu görevliler, önyargılıdırlar da. Çünkü iddianameyi (ithamname), Adliye Nazırı Ahmet Cevdet Paşa, Mahkeme Başkanı Sururi Efendi, Savcı Latif Bey, Mabeyinci Ragıp Bey, birlikte hazırlamışlardır (Tiryakioğlu, Samih, Dünya Tarihinde Büyük Siyasi Davalar, İstanbul, 1963, s. 128-143).

En önemli ve acı olanı da, tarihsel verileri göre, yetiştirdiğimiz büyük hukukçularımızdan ve Osmanlı döneminde yapılmış en iyi yasalardan biri olan Mecelle’de emeği en çok geçen Adalet Bakanı Ahmet Cevdet Paşa, iddianameyi hazırlamakla yetinmeyip, daha da ileri gitmiş, duruşma aşamasında yargıçların arkasındaki bir koltuğa oturarak mahkeme yargıçlarına ve savcısına durmaksızın buyruklar vermiş; bunun üzerine sanık Mithat Paşa dayanamayıp yargıçları azarlamıştır.

Zira iki Paşa, yani Ahmet Cevdet ve Mithat paşalar birbirine düşmandır.

Nitekim Mithat Paşa, kendi savunmasına başlarken “İtham mazbatasının (iddianame) yalnızca iki yerini sahih ve doğru buldum. Birisi, başındaki besmele, diğeri, nihayetindeki tarihidir” demek gereğin duymuştur.

Sonuçta Mithat Paşa, bu iddianame doğrultusunda yargılanmış, Sokrates’in yargılamasını yapan mahkemenin tersine, gizli yargılanma, gizli duruşma sonucu hüküm giymiş, Sultan Abdülhamid’in buyruğuyla 7 Mayıs 1884 (61 yaşında) tarihinde Albay Mehmet Lûtfi ve Binbaşı Bekir Beyler tarafından Taif’te boğulmuştur (Tiryakioğlu, Samih, Dünya Tarihinde........

© T24