Anıların ve yaşananların ışığında Türk hukuk uygulaması
Diğer
26 Haziran 2025
İzninizle önce yargılama hukuku dışında kalan alanlarla ilgili olan hukuk dallarında yaşanmış olaylara bir göz atalım.
İlkin kendi alanım olan suç (ceza) hukuku alanında yaşadıklarımla başlamak istiyorum.
Merhum Prof. Dr. Sahir Erman (1918-1996), “Belgede Sahtecilik” konusunda yaptığı, bugün klasiklerimiz arasında yer alan doktora teziyle sivrilmişti. Avukatlık da yapıyor, duruşmalara katılıyor, yolu da sık sık Yargıtay’a düşüyordu.
Hemen her gelişinde de bana uğruyordu.
Zaman zaman da mektuplaşıyorduk ya da telefonla konuşuyorduk.
Bir keresinde ünlü İtalyan hukukçusu Manzini’nin kaynaklarıyla birlikte on bir cilt tutan “Ceza Hukuku” yapıtının bende olup olmadığını sormuştu. Çok pahalı olduğundan alamadığımı söyleyince, “Onsuz suç (ceza) hukukçusu olmaz” diyerek her gelişinde ciltlerden birini getirmiş, fotokopisi çekildikten sonra geri götürmüş, böylelikle benim de bu eşsiz kaynağa bütün ciltleriyle birlikte sahip olmamı sağlamıştı.
Onunla yaptığım bilim yüklü, çok yararlı uzun söyleşilerimizi hiç unutamamışımdır. Ceza Genel Kurulunun bir kararına yazdığım on sayfalık karşı oy yazımı belgede sahtecilik suçuyla ilgili kitabının yeni baskısına olduğu gibi aktarmış, Kurulun kararını da çok ağır bir üslupla eleştirmişti. Ankara’ya geldiğinde eleştirinin çok ağır olduğunu kendisine söylemiştim. Bunun üzerine az bile yazdığını, benim bir fakültede görev almamın daha doğru olacağını, eğer İstanbul Hukuk Fakültesi olursa çok sevineceğini, bunu da kolaylıkla sağlayıp çözebileceğini söylemişti.
Yargıtay nezdindeki Cumhuriyet Başsavcı Yardımcılığım sırasında Madrid Üniversitesi Hukuk Fakültesi hocalarından Prof. Dr. Rodriguez Devasa’nın, Prof. Dr. Alfonso Gomez’le birlikte yazdıkları kitabı Yargıtay’daki adresime gelmişti: “Derecho Penal Español, Madrid, 1983.”
Elbette çok şaşırmış, bu davranışı kime borçlu olduğumu anlamaya çalışmış, doğrusu önceleri bir anlam da verememiştim. Ancak daha sonra Devasa’dan bir mektup almıştım. Fransızca yayımlanan birkaç makalemi kitabında kaynak yapmıştı, Devasa ve Türk hukukunu yakından tanımak istiyordu.
Kuşkusuz ilkin yazarı ve kitabını tanımaya çalışmıştım. Giuseppe Bettiol (1907-1982), L. Pettoello Mantovani ile birlikte yazdıkları kitabında (Diritto Penale, parte generale, Padova, 1986), Devasa’nın suç hukukuyla ilgili kitabından övgüyle söz ediyordu.
Kendisiyle yazışmayı bir ölçüde sürdürmeye çalıştım. Özellikle Devasa’nın bir mektubu Merhum Sahir Erman’la ilgiliydi. Uluslararası bir hukuk toplantısında onunla karşılaşmış, otelde ikisi de hiç uyumadan suç hukuku üzerinde sabaha değin konuşmuşlar ve Devasa, Erman’ın bilgisine hayran olmuş, bu bilgi nedeniyle Türk suç hukukunun çağını yakaladığı kanısına ulaşmıştı.
Ben de bu mektubu Erman Hocaya göndermiştim.
Onun üzücü, ancak hepimizi ‘Nerede yanlış yapıyoruz?” dedirtecek boyuttaki anılarından biri de aşağıdadır.
Erman, İtalya’da konuk öğretim üyesi olarak ders verdiği 1983 yılında, Roma Hukuk Fakültesinde Yargıtay’ımızın seçilmiş içtihatlarından örnekler sunarak 1889 tarihli İtalyan Ceza Yasası’nın ülkemizde nasıl uygulandığını anlatan bir konuşma yapmıştır. Metin olarak İtalyanca baskısı bana da gelen bu konuşma, dinleyicileri öylesine şaşırtmış ve sarsmıştır ki, daha sonraları Adalet Bakanlığı ve Anayasa Mahkemesi Başkanlığı da yapmış olan Prof. Giovanni Battista Conso (1922-2015), dinleyiciler adına, bu uygulamaya adeta başkaldırmış, şunları söylemiştir: “Sizin hukuk fakültelerinizde suç (ceza) hukukunun en sıradan temelleri öğretilmiyor mu ki yargıçlarınız, Yargıtay’ınız, bu türden yadırganası kararlar veriyor!?”
Tanı açıktır ve şudur: Demek, Türk hukuk uygulaması, maddi hukuk açısından, yani bu hukukun bir dalı olan “suç hukuku” açısından çok başarısızdır.
Peki, maddi hukukun öbür alanlarında, sözgelimi, özellikle de çok önemli bir hukuk alanı olan “yurttaşlık hukuku” (medeni hukuk) alanında başarılı mı?
Ne yazık ki, hayır.
Nitekim aşağıda vereceğim ikinci örnek, özel hukuk uygulamasıyla, özellikle de bu hukuk alanıyla ilgilidir.
1988 yılında Yargıtay Büyük Genel Kurulunun önüne gelen, o dönemde yürürlükte bulunan Türk Yurttaşlar Yasası’yla (Türk Medeni Yasası, m. 143/2) ilgili görünüyorsa da, bu konu, günümüzde de önemini sürdürmektedir.
Aile hukuku konusunda yetkili olan İkinci Hukuk Dairesi, o dönemde yürürlükte bulunan Türk Yurttaşlar Yasası’nın (Medeni Kanun) 143/2. maddesi ve fıkrası uyarınca manevi ödence (tazminat) davasının ancak boşanma davasıyla birlikte açılıp görülebileceğine; ödence hukukuna bakan Dördüncü Hukuk Dairesi ise, boşanma kararı kesinleştikten sonra da, ödence davasının açılabileceğine karar vermiş, bu uyuşmazlık, geçerli deyişle içtihatlar birleştirilerek tek görüşe ulaşılması için Yargıtay Büyük Genel Kurulunun önüne taşınmıştı.
Elbette konu, salt özel hukuku değil, aslında özel hukuk ve suç hukuku dâhil, bütün hukuk dallarında geçerli olan “davanın bütünlüğü ilkesi”yle ilgiliydi. Dolayısıyla ve özetle boşanma kararından sonra ödence davasının açılması, kanımca bu ilkeye ters düşüyordu.
Bu yüzden daha çok suç hukuku alanıyla ilgilenmiş bir hukukçu olmama karşın, sorun, başı sıkışınca bütün dünya hukukuna inat uydurma kurumlar yaratmakta hünerler sergileyen Türk hukuk uygulamasının yapay bir icadı ve ürünü bulunan “içtihatları birleştirme” konusu olarak Yargıtay’ın önüne gelince, bu konuda hukuk biliminin dediklerine eğilmek gereğini duymuştum.
Söz konusu manevi ödence isteği, boşanmaya yol açan ve boşanma konusu ile iç içe olan olaylara dayanıyor ve bu olaylardan doğan ve yaşanan üzüntünün sonucu olarak gündeme geliyordu. Bu yüzden yasa yapıcı, manevi ödence dâhil, boşanmaya bağlı bütün sorunların boşanma davası ile birlikte çözülebileceğini, sağlıklı bir değerlendirmenin ancak böylelikle, yani bu türden davaların bütünlüğü içinde yapılabileceğini düşünmüş, bu tutarlı ve de gerçekten de çok doğru temel öngörüden yola çıkmıştı. Dolayısıyla boşanma kararından sonra ayrı bir dava ile manevi ödence davasının açılması, elbette yanlış değerlendirmelere yol açardı, açacaktı da. Nitekim Türk Yurttaşlar Yasası’nın sistematiği de bu yoldaydı ve bu konuda hukukçuyu zorluyordu. Gerçekten o dönemde yürürlükte bulunan Yasa’nın 143’üncü maddesinin ikinci fıkrasında öngörülen “manevi ödence,” aynı Yasa’nın dördüncü başlığında (babında) yer almıştı. Bu başlık ise, boşanma nedenlerini (m. 129, 134), davayı (m. 135, 137) ve verilecek hükmü (m. 138, 149) içeriyordu. Boşanma ve yargılama süreci olmak üzere bu alt başlıklar ve bu sistematik, boşanma kararının manevi ödenceyi de içermesini de elbette zorlamaktaydı.
Bütün bunlara karşın çoğunluk görüşü, adaleti sağlam temellere dayandırmak isteyen bu sistematiği göz ardı etmekteydi. Dolayısıyla bu ikinci görüş, hem sözel yorum bilimine (herméneutique), aşağıda değinileceği gibi, hem de yasanın sistematiğine dayanan sistematik yorum anlayışına aykırıydı; ayrıca kendi içinde bir yöntem ve mantık çelişkisi de taşımaktaydı.
Evet, sistematik yoruma da aykırıydı. Çünkü Anayasa’daki (Constitution) “yan başlıkların metinden sayılmadıkları” yolundaki hüküm, yalnızca Anayasa’yla sınırlıydı, öbür yasaları kapsamamaktaydı. Bununla birlikte elbette bütün yasalar, özellikle de Türk Yurttaşlar Yasası (Medeni Kanun) düzeyinde bir yasa (daha doğrusu, doğru adlandırmayla başyasa, code, codice), her şeyden önce yalnızca metni, noktası, virgülleriyle değil, sistematiğiyle ve dolayısıyla bu sistematiği belirlemede temel öğeleri oluşturan, başlık, alt başlık ve yan başlıklarıyla birlikte yürürlükteydi. Bu başlıklar kaldırıldığında, yasa anlamsız bir maddeler yığınına dönüşürdü.
Ayrıca, karşı görüşün dayandığı ereksel (gai, teleolojik) yoruma, yani yasanın dayandığı temel mantığa (ratio legis) da aykırıydı, bu anlayış. Zira bu ereğe (uzak amaç, telos) ulaştıran araçlardan biri de, elbette yasaların sistematikleriydi. Nitekim 1978’de Louisiana’da yasa yorumuyla ilgili olarak yapılan uluslararası toplantıda, Hollanda delegesi Jaspers, dilbilgisi ve sistematiğin yorumda yararlanılan birinci derecede araç olduklarını, bunların öznel, kişisel değer yargılarını önleyip nesnelliği (objektiflik) ve yantutmazlığı (tarafsızlık) sağladıklarını, dizgesel (sistematik) yöntemin yorumda mantıksal zorunluluğu yansıttığını belirtmiş, sentez raporunda da Profesör Boulois, bu yöntemin önemini vurgulamıştı (Jaspers, T., Rapport néerlandais, L’interprétation par le juge des règles écrites (Journées Louisianaises), Paris, 1980, s. 134-141).
Dahası, Roma hukukundan beri geçerli olan bir özdeyişe göre, yasa yapıcı gereksiz söz söylemez, ayrıntıyla uğraşmazdı (minima non curat praetor). Dolayısıyla Yasa’da yer alan yan başlıkların değersiz olduğunu ileri sürerek sonuca ulaşmak olanaksızdı. Nitekim İsviçre ve dolayısıyla Türk Yurttaşlar yasalarını hazırlayan, Jhering’in öğrencisi ve yorum konusunda hukuka unutulmaz katkılarda bulunan Gény’nin hayranlarından biri olan Yurttaşlar Yasası’nın yazarı Eugen Huber, bu yan başlıkları yasa metnine boşuna yazmamıştı. Bu yüzden Huber’e göre, yan başlıklar yalnızca kolaylık için değil, yasa metnini tamamlamak içindi........
© T24
