Yapay zekâ öğretmenin en yakın asistanı mı, yoksa yeni bir eşitsizlik kaynağı mı?
Diğer
16 Kasım 2025
Bu hafta yine bu köşede yazmaktan en keyif aldığım konulardan birini ele almak istiyorum. Yapay zekâ ve öğrenmenin geleceği. Bunu ise Google’ın geçtiğimiz günlerde yayımladığı AI and the Future of Learning başlıklı raporunu inceleyerek yapacağım. Çünkü rapor bir şirketten beklenenin aksine olguyu hem fırsat hem de zorluklar bağlamında bence makul bir objektiflikte ele alıyor.
Günümüzde ilkokul çağına giden çocukların yüzde 90’ı okullara kayıtlı durumda. Bu öğrencilerin yüzde 87’si de ilkokuldan mezun oluyor. Ancak bu sayılar mevcut eğitim sisteminin de sağlıklı olduğunu göstermiyor. Dünya genelinde eğitim sistemleri zaten uzun süredir baskı altında. Kaynak yetersizliği, öğretmen açığı, pandemi sonrası kayıplar ve sosyoekonomik eşitsizlikler derken, birçok ülke henüz mevcut sorunlarını çözememişken bambaşka bir teknolojik eşiğe doğru hızla sürükleniyor. Yapay zekânın bu karmaşık tabloya nasıl entegre edileceği ise yalnızca teknik bir tartışma değil; aynı zamanda kültürel, toplumsal ve politik bir mesele.
Raporda aktarılan çarpıcı bir veriyle başlayalım. Dünyada genç nüfusun büyük bir kısmı, Amerika Birleşik Devletleri’ne kıyasla kişi başına düşen eğitsel kaynakların yüzde 10’undan daha azıyla eğitiliyor. Kısacası, eğitim sistemlerinin çoğu, nüfusun ihtiyaç duyduğu dönüşümü gerçekleştirmek için gereken maddi ve kurumsal altyapıdan yoksun.
Üstelik kalite sorunu yalnızca düşük gelirli ülkelerle sınırlı değil. OECD’nin PISA sonuçlarına göre son yirmi yılda matematik ve okuma puanları dünya genelinde belirgin bir düşüş göstermiş durumda. Bir yanda okullaşma oranı artarken, öte yandan “öğrenme” dediğimiz şeyin niteliği geriliyor. Artan nüfus, ağırlaşan müfredatlar, öğretmen başına düşen öğrenci sayısı ve öğrenmeyi etkileyen psikososyal faktörler derken sistem, uzun süredir sürdürülebilirlik sınırında.
Tam da bu noktada yapay zekâ, pek çok kişi için hem umut hem de soru işareti barındıran bir alan açıyor.
Rapor, yapay zekânın eğitimde dönüştürebileceği birkaç temel alanı öne çıkarıyor. İlk ve en dikkat çekicisi öğrenme biliminin en güçlü ilkelerini sınıf içinde herkes için erişilebilir hâle getirebilmesi. Etkin öğrenme, tekrar aralıklarının doğru ayarlanması, öğrencinin aktif katılımı gibi pedagojik yaklaşım ve teknikler bugün çoğu zaman yalnızca iyi bir öğretmenle mümkünken, yapay zekâ bunu milyonlarca öğrenciye aynı anda sunabilecek bir potansiyel taşıyor.
Bu, uzun yıllardır konuşulan kişiselleştirilmiş öğrenmenin ilk kez gerçek anlamda mümkün olabileceği anlamına geliyor. Öğrencinin bilgi eksiğini tespit edebilen, seviyesine göre içeriği uyarlayan, sabırla tekrar eden ve yargılamayan bir sistem…
Kulağa öğretmenlerin yerini almaya aday gibi gelse de, asıl amaç iş yükünü azaltmak ve öğretmenlerin zamanlarını daha nitelikli etkileşimlere ayırmalarını sağlamak. Rapor da bu noktada, yapay zekâyı “ikame eden” bir güçten ziyade, öğretmenleri destekleyen bir yardımcı olarak konumlandırmaya çalışıyor ki bu da benim savunduğum bir görüş. İnsani ilişkileri merkeze alan, pedagojik ve etkinlik anlamında iyi eğitilmiş araçlarla güçlendirilen bir eğitim sistemi…
Öte yandan yapay zekânın erişimi genişletici rolü de vurgulanıyor. Bugün pek çok toplumda öğrenme, dille, internet altyapısıyla veya engellilik gibi sebeplerle sınırlandırılabiliyor. Yapay zekâ, içerikleri farklı dillere çevirebilme, işitme ya da görme engellilere uygun hâle getirme ve karmaşık bilgiyi basitleştirme kapasitesiyle öğrenmenin önündeki duvarları bir bir azaltma potansiyeline sahip. Uzun yıllar boyunca yalnızca belirli bir azınlığın erişebildiği kaynakları, çok daha geniş........





















Toi Staff
Penny S. Tee
Sabine Sterk
Gideon Levy
Mark Travers Ph.d
Gilles Touboul
John Nosta
Daniel Orenstein