Avrupa'nın bittiği ada
Diğer
16 Mart 2025
Hadi gözümüz aydın!
Artık bölgesindeki Svalbard Takımadaları’nın statüsünü belirleyen “Spitsbergen” anlaşması, Türkiye bakımından yürürlüğe girdi.
Niye gözümüz aydın!
Türkiye’de betona dönüştürecek doğa parçası bulmakta zorlanan müteahhitlerimize yeni iş olanakları açıldı.
Şakayı bir kenara bırakalım, bu anlaşmanın yürürlüğe girmesi ile Türk vatandaşları bu buzlu adalarda mülk edinme, oturma hakkını elde edebilecek, karasularında balıkçılık yapabilecekler.
İyi bir haber gibi görünse de gerçekleşmesi zor bir hayal olur bu takımadalarda iş yapmak.
Neden mi?
Bir süre önce bu adalara bir yolculuk yapmıştım. Sanırım bu uzak adalara giden ilk Türk medya mensubu ben olmuştum.
İsterseniz o zamanlar aldığım notlardan derlediğim yazıyı okuyun ve kararınızı siz verin!
* * *
Dünyanın “Son Noktaları”na düzenlediğim gezi programında, sırada Kuzey Kutbu'nun komşusu Svalbard Adası vardı.
Avrupa medeniyetinin bittiği noktaydı burası. Onun da biraz ötesinde yaşam yoktu. Kutup ayılarının hükümranlığındaki buzlar diyarıydı. Bir zamanlar kutup kaşiflerinin son durağıydı.
600 milyon yaşındaki adanın ilk adı olan Spitsbergen "Sivri Dağlar" demekti, bugünkü adı ise "Soğuk Koylar" anlamını taşıyordu. Her ikisi de bu ıssız toprakları doğru tanımlıyorlardı.
Svalbard'ın da yolu diğerleri gibi uzundu. Önce Norveç'in başkenti Oslo'ya uçtum. Yolculuk dört saat sürdü. Ardından bir dört saat daha uçunca, kendimi Svalbard takım adalarının başkenti Longyearbyen'de buldum. Buraya kasaba desem daha doğru olurdu. Çünkü, ölçekleri o kadar küçüktü ki!
Adayı anlatmaya, havadan, uçak penceresine yansıyan görüntülerle başlamalıyım.
Önce, parmak parmak gökyüzüne uzanan dağları gördüm. Güneydekiler kara renkliydi. Kutba bakan taraflar ise bembeyazdı. Pırıltılara bakılırsa, bu beyazlık kardan değil buzdan yansıyordu. Dağların arasından ise masmavi, asırlık, büyüleyen buzullar denize doğru dil uzatıyorlardı.
Dağlar ve buzullar insanlara pek yer bırakmamıştı. Sonradan okuyup öğrendim ki: Adaların ancak yüzde 13'lük bölümü yaşamaya elverişliydi, yüzde 27'si sivri zirveli dağlarla kaplı, yüzde 60'ı da buzullarla örtülmüştü.
Uçak inmek için daireler çizerken, Kuzey Kutbu'nu görebilmek için ufka doğru baktım. Bunun nafile bir bakış olduğunu biliyordum.
Heyecanlıydım. İlk kez bu kadar kuzeye çıkıyordum. Alaska'da, Kutup Dairesi'ni geçmiştim ama Svalbard çok çok daha kuzeydeydi.
Adaya ayak bastığımda, Ağustos'un ilk haftasıydı ve soğuktan titriyordum. Hava pırıl pırıl güneşliydi ama kutuptan kopup gelen, buzulları okşaya okşaya soğuyan rüzgâr, yüzümü bıçak gibi kesiyordu adeta.
Tıka basa kaz tüyü doldurulmuş anorağım bile, rüzgârın soğuğunun kemiklerime işlemesine mâni olamıyordu.
Otele giderken zamanı karıştırdım. Saatim gece yarısını gösteriyordu ama güneş tepede ısrarla parlamasını sürdürüyordu. Gece yarısı güneşinin yabancısı değildim. Norveç'e daha önceki gelişlerimde, sabaha karşı sığınacak gölge aradığım çok olmuştu.
Svalbard’da, 19 Nisan ile 23 Ağustos arasında güneş hiç batmıyordu. Çok seviyordum bu sonu gelmeyen gündüzleri. Daha uzun yaşadığımı hissediyordum. Acıkmıyordum, uykum gelmiyordu, hep gökyüzüne, dağlara, denize bakıyordum.
Tabii gecesi olmayan günlerin bir de gündüzü olmayan geceleri vardı. 28 Ekim ile 14 Şubat arasında ise güneş yüzünü hiç göstermiyordu.
Ben o günleri yaşamadım ama yaşayanlar anlattı: O günlerin sabahı yokmuş. Her yer karla kaplı oluyormuş. Kardan yansıyan ay ışığı, gökyüzünü gümüşi bir aydınlığa boyuyormuş. O günlerde gökyüzünde renkli bir alem oluyormuş. Kutuplardan........
© T24
